Carl-S
80+ Gold
- Katılım
- 4 Şubat 2022
- Mesajlar
- 9,831
Dahası
- Reaksiyon skoru
- 15,188
- İsim
- s
- İlgilendiği Kategoriler
- Laptop önerileri ve Telefon önerileri
Laiklik kelimesinin orijini eski Yunancadaki “laikos” sıfatıdır ve “halk, kalabalık, kitle” anlamına gelen “laos” ismi üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla “laikos” da “halka, kalabalığa, kitleye ait” demektir. Dilimize bu kelime ilk defa Meşrutiyet yıllarında girmiş ve “ladinî” olarak Türkçeye çevrilmiştir.
“Ladinî” din dışı anlamına gelmektedir. Laiklik yerine bazen “sekülarizm” terimi de kullanılmaktadır. Sekülarizm daha çok Anglosakson dünyasına ait olup din ve ruhban dışılık ya da dünyevilik yani dinden etkilenmeyen siyasi alan anlamına gelir. Sekülarizmde din referanslı kamusal politikalara pek yer verilmez. Gerek laiklik gerekse sekülarizm ilk olarak Hristiyanlığın egemen olduğu Batı dünyasında gelişen olgu ve düşüncelerdir.
Ortaya çıkış ve gelişmeleri son derece sancılı olmuştur. Ortaya çıkış sürecinde gerek düşünsel gerekse örgütsel çatışmalar yaşanırken temel sorun şuydu; dinî ve dünyevi alanlar arasındaki temel ayrım, politik ve düşünsel olarak nasıl ortaya konulacak ve bu ayrımdan doğabilecek sorunlar nasıl bir sistemle aşılacaktır?
Laikliğin ortaya çıkışını ve politik düzen olarak şekillenişini tarihsel bir bağlamın içine oturtarak anlamak gerekir. Batı’da 16 ve18. yüzyıllar arasında feodal sistemin giderek yok olması, toprak mülkiyetinin önemini yitirmesi, ticarete yapılan yatırımların artması ve mutlak monarşilerin kurulduğu bir ara rejimden sonra 1789 Fransız Devrimi’yle laiklik alanında ilk adım atılmıştır. Ticaret devrimi ile ortaya çıkan ve zaman içinde güçlenen burjuvazinin mülkiyet hakkı, kral ve kilisenin keyfi tasarrufu tehdit altındaydı.
Dolayısıyla Batı’da burjuvazi önderliğinde aristokratik güçlerin yanı sıra din kurumlarına karşı verilen bir savaşımın sonucunda laiklik gerçekleşebilmiştir. Düşünsel alanda da “aydınlanma çağı” düşünürleri, insan aklını her şeyden üstün tutan, hukukun kaynağında aklı bulan düşünceler üretirken krala ve din adamına gerek olmadığını vurgulayarak ulus egemenliği anlayışını da ortaya koyuyorlardı. Bu düşünce akımının da etkisiyle “ilahî” yani göksel egemenlik hakkının terk edilerek “beşerî” yani laik egemenlik anlayışının kabulü, Batı’da yaşanılan sürecin içinde dinsel kurumlara sınırlı bir alan bırakmıştır.
Laikleşme esas olarak Fransa’da görülmektedir. Merkezîleşmiş, hiyerarşik ve kurumsal yapıya sahip olan ve evrensellik iddiası taşıyan Roma Kilisesine karşı oluşan Fransız laiklik hareketi çalkantılı bir dönemden geçmiştir. Fransa’da laikleşme, devrimci, jakoben ve cumhuriyetçi usullerle yürütülürken, kilise uzun bir süre 1905 tarihli “Ayrılık Yasası”na kadar devlet denetimi, vesayeti altında tutuldu. Dinleri değil kiliseleri özelleştiren bu yasa ile devlet ve din işlerinde karşılıklı karışmazlık esası benimsenerek devlet din işlerine karışmaktan büyük ölçüde vazgeçti.
Bu sayede din ve vicdan özgürlüğü belirli kurumların tekelinden kurtarılarak yasalar yoluyla güvence altına alındı.
Türkiye’de ise tarihsel süreçte, bir devlet politikası olan laikliğin din karşıtlığı anlamında değil modernleşme yolunda izlenen bir yol olarak benimsendiği görülmektedir. Batı’da ekonomik devrime paralel olarak ortaya çıkmış olan laikliğe, Türkiye’de iki yüz yıllık bir gecikme ile ulusal kurtuluş savaşından sonra bir devrimle geçilmiştir. Bu süreçte dine dayalı ve çok uluslu bir imparatorluktan ulus devlete geçişte, devlet yapısı dinsel ögelerden arındırılırken sosyal içerikli çeşitli hukuki düzenlemeler de gerçekleştirilmiştir. Egemenliğin kaynağının beşerîleştirilmesinde ilk adım 1921 Anayasası’nda ulusal egemenlik ilkesinin kabulü ile atılmıştır.
Saltanatın kaldırılmasının ardından cumhuriyetin ilanı 1923’te gerçekleştirilirken yapılan anayasa değişikliğinde Türkiye devletinin dininin İslam olduğu eklenmiştir. Bir yandan iktidarın beşerîleşmesi anlamı taşıyan cumhuriyetin ilanı, diğer yandan da resmî dinin ve hilafetin mevcudiyeti, bir çelişki olarak görülebilir. Ancak Türk devriminin önderi Atatürk, bu düzenlemeyle laikliği dinsizlik olarak anlama çabalarının önüne geçmiştir. Laikliğin gelişiminde 1924’te hilafetin, 1928’de resmî dini içeren hükmün kaldırılması ve 1937’de laiklik ilkesinin anayasal ilke hâline gelişi, önemli dönüm noktalarıdır.
Kanun Önünde Eşitlik
MADDE 10–Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
"Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz."
(Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Madde 24)
Peki Türkiye Cumhuriyeti laik devletmidir?
Evet Türkiye cumhuriyeti Laik yani seküler bir devlettir. Herhangi bir dini bağlantısı ise yoktur. Halkın çoğunluğu müslüman olduğu için Türkiye devletinin müslüman bir devlet olduğu çıkarılamaz.
“Ladinî” din dışı anlamına gelmektedir. Laiklik yerine bazen “sekülarizm” terimi de kullanılmaktadır. Sekülarizm daha çok Anglosakson dünyasına ait olup din ve ruhban dışılık ya da dünyevilik yani dinden etkilenmeyen siyasi alan anlamına gelir. Sekülarizmde din referanslı kamusal politikalara pek yer verilmez. Gerek laiklik gerekse sekülarizm ilk olarak Hristiyanlığın egemen olduğu Batı dünyasında gelişen olgu ve düşüncelerdir.
Ortaya çıkış ve gelişmeleri son derece sancılı olmuştur. Ortaya çıkış sürecinde gerek düşünsel gerekse örgütsel çatışmalar yaşanırken temel sorun şuydu; dinî ve dünyevi alanlar arasındaki temel ayrım, politik ve düşünsel olarak nasıl ortaya konulacak ve bu ayrımdan doğabilecek sorunlar nasıl bir sistemle aşılacaktır?
Laikliğin ortaya çıkışını ve politik düzen olarak şekillenişini tarihsel bir bağlamın içine oturtarak anlamak gerekir. Batı’da 16 ve18. yüzyıllar arasında feodal sistemin giderek yok olması, toprak mülkiyetinin önemini yitirmesi, ticarete yapılan yatırımların artması ve mutlak monarşilerin kurulduğu bir ara rejimden sonra 1789 Fransız Devrimi’yle laiklik alanında ilk adım atılmıştır. Ticaret devrimi ile ortaya çıkan ve zaman içinde güçlenen burjuvazinin mülkiyet hakkı, kral ve kilisenin keyfi tasarrufu tehdit altındaydı.
Dolayısıyla Batı’da burjuvazi önderliğinde aristokratik güçlerin yanı sıra din kurumlarına karşı verilen bir savaşımın sonucunda laiklik gerçekleşebilmiştir. Düşünsel alanda da “aydınlanma çağı” düşünürleri, insan aklını her şeyden üstün tutan, hukukun kaynağında aklı bulan düşünceler üretirken krala ve din adamına gerek olmadığını vurgulayarak ulus egemenliği anlayışını da ortaya koyuyorlardı. Bu düşünce akımının da etkisiyle “ilahî” yani göksel egemenlik hakkının terk edilerek “beşerî” yani laik egemenlik anlayışının kabulü, Batı’da yaşanılan sürecin içinde dinsel kurumlara sınırlı bir alan bırakmıştır.
Laikleşme esas olarak Fransa’da görülmektedir. Merkezîleşmiş, hiyerarşik ve kurumsal yapıya sahip olan ve evrensellik iddiası taşıyan Roma Kilisesine karşı oluşan Fransız laiklik hareketi çalkantılı bir dönemden geçmiştir. Fransa’da laikleşme, devrimci, jakoben ve cumhuriyetçi usullerle yürütülürken, kilise uzun bir süre 1905 tarihli “Ayrılık Yasası”na kadar devlet denetimi, vesayeti altında tutuldu. Dinleri değil kiliseleri özelleştiren bu yasa ile devlet ve din işlerinde karşılıklı karışmazlık esası benimsenerek devlet din işlerine karışmaktan büyük ölçüde vazgeçti.
Bu sayede din ve vicdan özgürlüğü belirli kurumların tekelinden kurtarılarak yasalar yoluyla güvence altına alındı.
Türkiye’de ise tarihsel süreçte, bir devlet politikası olan laikliğin din karşıtlığı anlamında değil modernleşme yolunda izlenen bir yol olarak benimsendiği görülmektedir. Batı’da ekonomik devrime paralel olarak ortaya çıkmış olan laikliğe, Türkiye’de iki yüz yıllık bir gecikme ile ulusal kurtuluş savaşından sonra bir devrimle geçilmiştir. Bu süreçte dine dayalı ve çok uluslu bir imparatorluktan ulus devlete geçişte, devlet yapısı dinsel ögelerden arındırılırken sosyal içerikli çeşitli hukuki düzenlemeler de gerçekleştirilmiştir. Egemenliğin kaynağının beşerîleştirilmesinde ilk adım 1921 Anayasası’nda ulusal egemenlik ilkesinin kabulü ile atılmıştır.
Saltanatın kaldırılmasının ardından cumhuriyetin ilanı 1923’te gerçekleştirilirken yapılan anayasa değişikliğinde Türkiye devletinin dininin İslam olduğu eklenmiştir. Bir yandan iktidarın beşerîleşmesi anlamı taşıyan cumhuriyetin ilanı, diğer yandan da resmî dinin ve hilafetin mevcudiyeti, bir çelişki olarak görülebilir. Ancak Türk devriminin önderi Atatürk, bu düzenlemeyle laikliği dinsizlik olarak anlama çabalarının önüne geçmiştir. Laikliğin gelişiminde 1924’te hilafetin, 1928’de resmî dini içeren hükmün kaldırılması ve 1937’de laiklik ilkesinin anayasal ilke hâline gelişi, önemli dönüm noktalarıdır.
Kanun Önünde Eşitlik
MADDE 10–Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
"Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz."
(Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Madde 24)
Peki Türkiye Cumhuriyeti laik devletmidir?
Evet Türkiye cumhuriyeti Laik yani seküler bir devlettir. Herhangi bir dini bağlantısı ise yoktur. Halkın çoğunluğu müslüman olduğu için Türkiye devletinin müslüman bir devlet olduğu çıkarılamaz.