al benim fablı
Küçük Kurbağa ve Yaşlı Tosbağa
…Küçük Kurbağa, uyan. Uyan bu derin uykundan, uyan bu yarı ölüm halinden. Neden hayatının en
sessiz, sakin, huzurlu ve boş anını uyuyarak geçiriyorsun?
Küçük Kurbağa ne olduğunu anlayamamıştı. Uyumuyordu ki, nasıl uyanabilirdi? Hem kimdi bu pala
bıyıklı kaplumbağa?
Küçük Kurbağa: “…”
Küçük Kurbağa hiç tanımadığı bu Kaplumbağanın dedikleri karşısında şoka uğramıştı. Konuşmaya
çalışmıştı, ama ses çıkaramamıştı. Adeta dili boğazına düğümlenmişti. Ses çıkarmaya çalışırken boğazının
üst ve altının birbirine değdiğini hissedebiliyordu. Acı, kin, ve nefret bütün vücudunu sarmıştı.
Konuşamaması anlam veremediği tüm bu olanların üstüne tuz biber olmuştu. Hem konuşabilse bile ne
diyeceğini bile bilmiyordu.
Yaşlı Tosbağa’nın Küçük Kurbağanın gözlerinde oluşan kötü hisleri fark etmemesi imkansızdı. Yine
de ağzı halinden memnun görüntüsü veriyordu. Birden ellerini salladı, havada parçacıklar belirdi.
Parçacıklar belirdiği an Yaşlı Tosbağa’nın salladığı ellerini takip edermiş gibi ahenkli bir şekilde dönmeye
başladılar. Belli belirsiz şafak ışıklarının ortaya çıkmaya başladığı bu vakitte Küçük Kurbağa gerçekten akli
muvazenesini kaybetmek üzereydi.
Yaşlı Tosbağa dolabından aldığı bir kağıtçığı avucuna koyup Küçük Kurbağa’nın kalbine bastırdı.
Bunu yapmasıyla beraber havada iyice çoğalan parçacıklar bir anda Küçük Kurbağa’nın kalbine hücum
ettiler. Küçük Kurbağa’nın gözlerinde artık nefret duygularından eser kalmamıştı, yerlerini korku ve
endişeye bırakmışlardı.
Küçük Kurbağa fark etti ki aslında konuşabiliyordu. Yalnızca o, en başından beri konuşmak için
ağzını kullanmaya çalışıyordu. Konuşmanın yalnızca ağızla yapılabileceğini düşünmüştü. Ama en başından
beri gözleri hissettiklerini kelime gibi aracı kullanmadan, doğrudan, asli haliyle anlatıyordu. Ve yalnızca
onun gözleri değil, Yaşlı Tosbağa’nın ağzı da konuşmadığı zamanlarda onun duygularını anlatıyordu.