Neler Yeni

Yazmak istediğim kitabın ilk bölümü nasıl oldu?

Gri Caner

80+ Titanium
Katılım
24 Ekim 2020
Mesajlar
30,676
En İyi Cevap
7
“Vay canına! Şu binanın büyüklüğüne bak!” dedi avludan girintili çıkıntılı taşlı görünümlü duvarlardan oluşan 4 kule ortası koca bir arena büyüklüğünde olan kale gibi bir yapıya bakan Henry. Göz misali dışarıya doğru çıkıntılı bakan oval pencereleri, yaklaşık 6 metre uzunluğundaki kapısı yapıyı oldukça devasa gösteriyor. Ama yapının en dikkat çekici noktası kapısı ve büyüklüğü değil. Kaleyi dış etkenlerden, saldırılardan koruyan mor-mavi karışımı bir renkteki büyü taşları. O kadar büyüleyici görünüyorlar ki kafanı hemen çeviremiyorsun.

Öğrenciler avluda sıraya dizilmişlerdi. Element Birimleri Okulu (EBO) Başkanı olan Albert Taco’nun konuşma yapmasını ve ait oldukları element grubunu öğrenmeleri için kanlı taş testi olan büyük testi bekliyorlardı.

Ay saçlı, mavi gözlü, soluk ten ve dudaklarıyla adeta bir ölüyü andıran bir kız öğrenci Henry’nin yanındaydı. Henry kıza düşmüş olacak ki kalbi küt küt atıyordu. “Hem bu ölümü hatırlatan etkileyici kız hem Albert Tacı hem de kan taşı testi...” Kalbi akciğerine baskı uygulayıp ağzından pörtletecek kadar hızlıydı. Durduğu yerde terlemişti şimdi -iyi mi? Ay saçlı ölümü hatırlatan teniyle kendini gösteren kız bir adım öteye gitti -Albert Taco’ya daha rahat bakabilmek için.

***​

Albert T. fit duran vücudu, geniş omuzları ve pala bıyık ile top sakalıyla son derece güçlü bir görünüm veriyordu.

“Buraya gelenler kendilerini şanslı saymasınlar. Buraya gelenler sıradan çocuklardan farklı ve güçlü olduğu için kendilerini büyük görmesinler. Buraya gelenler sınırlarını bilsinler. Buraya gelenler milletine ve okuluna saygı ve bağlılık göstersinler. Çünkü buna ihtiyacımız olacak...”

Albert T. kendini ve öğretmenleri tanıttıktan sonra gür ve korkutucu, gerici bir sesle “kan testi başlasın” diyerek öğrencilerin dört sıra halinde test için dizilmelerini sağladı. Öğrenciler teker teker dört platforma çıkıyordu. ATEŞ! SU! ATEŞ! HAVA! TOPRAK! SU!

Sıra Henry’e geldiğinde altın işlemeli siyah kabzalı ve son derece dengeli kemik bıçak ile avucunun içini derince kesti. Akan kan taşın üstünde kızgın demire damlayan suyun kızması gibi kızdı ve buharlaştı. Daha sonra taş kahverengi oldu. Henry heralde iri ve şişman vücudunun getirisi olarak düşündüğü toprak elementinin çıkmasında hiç şaşkınlık göstermedi.

Ölümü hatırlatan kızın kanı taşı maviye döndürmüştü. Kız şaşırmıştı. Daha çok ölümcül olan alevi bekliyordu. Suyla dans edin bla bla bla diye düşündü ve yüzünde hayattan bezmişlik ifadesi takındı. Henry kıza doğru yürüdü ve...

“Çıkan sonuçtan mutlu değilsin herhalde.”

“Sana ne bundan?”

“Doğru, bana ne ya? Dostça davrandığım için özür dilerim. Belki şöyle kötü havalı çocuk ayakları yapsam tavlarım seni ha? Ne diyorsun?”



“Git başımdan!”

Henry’nin kalbi küt küt, kaburgalarını kıracak neredeyse -hayatında ilk defa böyle özgüven gerektiren bir şey yapıyor çünkü.

“Hadi ama sadece arkadaş olmaya çalışıyorum. Tavlamak falan şakaydı. Adını söylersen bırakırım peşini.”

“Elina.”

“Elina. Ne de güzel isim. Anlamı...”

“Temiz, berrak.”

“Su gibi.”

“Ben de Henry. Memnun oldum.”

Elina halinden memnun olmayan bir tavırla el sıkıştı. Bu şişko da kimdi ki ona asılıyordu. Arkadaş falan bahane... Bildiğin içime düşecek.

ATEŞ
!

Oradan bir ses yükseldi. Elina’nın dikkati o sese doğru dağıldı. İstediği gibi alev ruhlu bir insan değildi. Yetersizdi. Başarısızdı. Keşke doğmasaydım diye düşünüyordu. Her alev çıktığında bu düşünceleri otomatik olarak sürekli zihninde beliriyordu. Henry “N’oldu?” dedi.

“Alev çıkmak istiyordum ama başarısız oldum. Yetersizim. Güçsüzüm. Keşke hiç doğmasaydım.”

Henry şaşırmıştı. Sadece istediği olmadığı için bu şekilde kendine gaddarca yaklaşan birini ilk defa görüyordu -evet gaddarca, kendine.

“Bu düşüncelerin çok yanlış. Neden keşke doğmasaydın? Yoksa ben bu güzelliği nerede görecektim?”

“Bir daha bana güzellik atfında bulunursan çift motorlu aletini yumruklarım.”

Henry iki elini kaldırıp hafif yukarı aşağı yaparak “Hop! Hop! Hop! Sakin.”



“Yetersiz biri olduğum için, güçsüz biri olduğum için doğmamayı dilerdim.”

“Neden yetersiz ve güçsüz olduğunu düşünüyorsun ki?

“Çünkü alev çıkmadım. Bana sabahtan beri su dengesi ve ahengi zırvalıklarını anlatacaklar. Suyla dans edin bla bla bla”

Elina sinirlendiğinde o havalı ölümü hatırlatan modundan çıkıp şapşik bir kız moduna giriyor. Henry gibi... Gerçi Henry her zaman şapşik gibi.

“Peki bundaki problem ne? Suyun öğretileri de böyle n’aparsın?”

“Dinlemek istemiyorum!”

“Neden ola ki?”

“Çünkü su güçsüz ve zayıf. Alev ise yaktım mı yakar.”

“Su da boğdum mu boğar. Şahsen toprak yerine suyu tercih edebilirdim. Daha ölümcül.”

“Su mu ölümcül?”

“Okyanusu kontrol edebildiğini düşünsene. Dünya’nın yüzde yetmişi senin emrinde.”

Elina kolu basitçe açılan bu pencereden hiç bakmamıştı. Okyanusu kontrol etmek. “Ama bunu daha önce kimse yapmadı. Ben neden yapabileyim?”

Çünkü sende bir enerji hissettim bebe- ıııı belinde.”

Hu?”

Elina ***** gibi bakan Henry’e bakıyordu.


Ahh neyse boş ver!”



***

Sıra siyah gözlü, siyah saçlı, siyah giyimli birine gelmişti. Paçaları kısa, pantalonunun diz bölgesi yırtık, üstündeki yıpranmış, saçı dağınık...

Özgüvensiz birine benziyordu. Dışarıdan bakıldığında hafif titrediği belli oluyordu. Konuşsa belki kekelerdi.

Bıçağa korkuyla baktı. Kemikten falan ama baya keskindi. Bıçağa uzunca bakınca platform memuru sertçe “Hadi al artık şu bıçağı!” diye bağırdı. Bu bağırmanın üstüne çocuk fena titredi. Başka öğrenciler “bu korkak köylünün burada ne işi var” diye fısıldaşıyordu. Albert T. fısıldaşmaları susturmak için elini kaldırdı ve sertçe indirdi. Ateş emri almıştı. Dört yandaki alevler yükseldi. “Öhm öhm!”



Douglas bıçağı aldı ve eline götürdü. Kalbi yerinden çıkacaktı. Nefesini kontrol edemiyordu. Bıraksalar sanki tazı kovalamışçasına nefes alıp verecekti. İçine tutuyordu nefesini. Platform memuru sert bir bakış attı. Hızlı olmalıyım diye düşündü Douglas. Akan kan yine cızbız oluyordu ama bu sefer farklı bir şey oldu. Kan yok olmadı. Memur şaşkınlıkla baktı. Kanın rengi değişiyordu. Gittikçe kararıyordu. Kan gaz formuna, duman gibi bir şeye dönüştü. Kapkara bir duman bu! Hızlı sanki yüzyıllarca baskılanmış bir enerji gibi patladı ve tüm gökyüzünü sardı. Işık, güneş gitti. Alev savaşçıları etrafı aydınlattı. Neler oluyordu böyle? Bu karanlık da neyin nesi? Kimdi bu çocuk? Öğrenciler korkuyla birbirlerine ve çocuğa, Douglas’a bakıyorlardı. Albert T. Bay Darian’a bakış attı. Darian Douglas’ı kolundan tuttu ve başkan odasının bulunduğu kuleye doğru götürmeye koyuldu. Hava savaşçıları da havayı kontrol ederek öğrencilerin onları görmesini engelleyecek bir perde yapmıştı.



***​

Albert T. Darian’la başkan odasında konuşuyordu. Douglas kapıda bekliyordu.

“Gelmiş olabilir Darian. Beklediğimiz gelmiş olabilir.”

“Evet efendim. Ama öncelikle birtakım testler yapmamız gerekiyor. Çocuğa kendi özelliğini bastıracak bir büyü yapılmış olabilir. Cadıların çok şerefsizce savaştığını biliyorsunuz. Cinsiyetlerinden gelen bir sinsilik var.”

Albert T. kafasını onaylama anlamında salladı.

“Hemen teste sokun. Daha fazla gecikmeyelim. Zira Güneş Tanrıçası karanlık okyanustan çıkmaya pek hevesli.”



Darian odanın dışarısına çıktı. “Gel çocuk!” Beraber kulenin en alt katına indiler. Burası özel bir kattı. Tüpler, iksirler, otlar, element taşları, büyü taşları... Her şey vardı.

On dakika bekledikten sonra onlara biri daha katıldı. Alice. Alice bir büyücüydü. Büyücüler büyü taşlarını kullanabilir, iksirler hazırlayabilir ve asasını kullanarak hızlı ve seri büyüler yapabilirdi.

Darian “Büyü Kusturan hazır mı?” diye sordu.

Alice tarafından onay geldi. Douglas’a “İç şunu canım” diyerek iyi hissetmesini ve içindeki yabancılığı indirgemek istedi. Douglas içtikten üç dakika sonra çok fena midesi bulandı. Uzatılan kovaya kustu. Kusmuğu normaldi. Mide bulandırıcı, tiksinç, sindirilmemiş ve yarı sindirilmiş besinler... Iyy! “Temiz! Cadılar bu sefer uslu durmuşlar anlaşılan.”

Darian çocuğu bir masanın önüne getirdi. Önünde bir bıçak ve küre vardı. Bıçağın kabzası Douglas’ın belki Dünya’daki diğer herkesin görmediği bir karalıktaydı. Gümüş bıçağın yanında bir de büyü hapsi küresi vardı.

Bu küre element gücü veya büyüyle müdahale edilmiş element saldırılarını ve büyüleri hapsediyordu. Yapısı gereği sadece ufak saldırıları hapsedebiliyor. Zaten Douglas’ın önündekinin amacı da savunma değildi. “Bıçağı tut!” Douglas Bay Darian’ın sert emri üstüne hemen refleksmiş gibi bıçağın kabzasını kavradı. İnanılmaz derece hafifti. Tüy gibi! Bildiğin tüy!

“Bu bir suikastçı bıçağı. Hafifliğinden anlamışsındır.” dedi Darian biraz yukarıdan bakarcasına -anladığını hiç sanmıyordu. “Alice sıra senin.” Alice Douglas’ın karşısına geçti ve şu büyü sözcüklerini söyledi. “Ostende intus potestatem!” Bıçağın kabzasından inanılmaz kara bir dumanımsı bir şey yükseldi. Artık emin oldular.

Gölge Suikastçı varisi gelmişti.

A5 boyutuna göre 6,5 sayfa.
 

TahaCel

80+ Gold
Katılım
12 Temmuz 2020
Mesajlar
9,847
Dahası  
Reaksiyon skoru
9,490
Konum
Şükrü Saraçoğlu
İsim
Taha yücel
“Vay canına! Şu binanın büyüklüğüne bak!” dedi avludan girintili çıkıntılı taşlı görünümlü duvarlardan oluşan 4 kule ortası koca bir arena büyüklüğünde olan kale gibi bir yapıya bakan Henry. Göz misali dışarıya doğru çıkıntılı bakan oval pencereleri, yaklaşık 6 metre uzunluğundaki kapısı yapıyı oldukça devasa gösteriyor. Ama yapının en dikkat çekici noktası kapısı ve büyüklüğü değil. Kaleyi dış etkenlerden, saldırılardan koruyan mor-mavi karışımı bir renkteki büyü taşları. O kadar büyüleyici görünüyorlar ki kafanı hemen çeviremiyorsun.

Öğrenciler avluda sıraya dizilmişlerdi. Element Birimleri Okulu (EBO) Başkanı olan Albert Taco’nun konuşma yapmasını ve ait oldukları element grubunu öğrenmeleri için kanlı taş testi olan büyük testi bekliyorlardı.

Ay saçlı, mavi gözlü, soluk ten ve dudaklarıyla adeta bir ölüyü andıran bir kız öğrenci Henry’nin yanındaydı. Henry kıza düşmüş olacak ki kalbi küt küt atıyordu. “Hem bu ölümü hatırlatan etkileyici kız hem Albert Tacı hem de kan taşı testi...” Kalbi akciğerine baskı uygulayıp ağzından pörtletecek kadar hızlıydı. Durduğu yerde terlemişti şimdi -iyi mi? Ay saçlı ölümü hatırlatan teniyle kendini gösteren kız bir adım öteye gitti -Albert Taco’ya daha rahat bakabilmek için.

***​

Albert T. fit duran vücudu, geniş omuzları ve pala bıyık ile top sakalıyla son derece güçlü bir görünüm veriyordu.

“Buraya gelenler kendilerini şanslı saymasınlar. Buraya gelenler sıradan çocuklardan farklı ve güçlü olduğu için kendilerini büyük görmesinler. Buraya gelenler sınırlarını bilsinler. Buraya gelenler milletine ve okuluna saygı ve bağlılık göstersinler. Çünkü buna ihtiyacımız olacak...”

Albert T. kendini ve öğretmenleri tanıttıktan sonra gür ve korkutucu, gerici bir sesle “kan testi başlasın” diyerek öğrencilerin dört sıra halinde test için dizilmelerini sağladı. Öğrenciler teker teker dört platforma çıkıyordu. ATEŞ! SU! ATEŞ! HAVA! TOPRAK! SU!

Sıra Henry’e geldiğinde altın işlemeli siyah kabzalı ve son derece dengeli kemik bıçak ile avucunun içini derince kesti. Akan kan taşın üstünde kızgın demire damlayan suyun kızması gibi kızdı ve buharlaştı. Daha sonra taş kahverengi oldu. Henry heralde iri ve şişman vücudunun getirisi olarak düşündüğü toprak elementinin çıkmasında hiç şaşkınlık göstermedi.

Ölümü hatırlatan kızın kanı taşı maviye döndürmüştü. Kız şaşırmıştı. Daha çok ölümcül olan alevi bekliyordu. Suyla dans edin bla bla bla diye düşündü ve yüzünde hayattan bezmişlik ifadesi takındı. Henry kıza doğru yürüdü ve...

“Çıkan sonuçtan mutlu değilsin herhalde.”

“Sana ne bundan?”

“Doğru, bana ne ya? Dostça davrandığım için özür dilerim. Belki şöyle kötü havalı çocuk ayakları yapsam tavlarım seni ha? Ne diyorsun?”



“Git başımdan!”

Henry’nin kalbi küt küt, kaburgalarını kıracak neredeyse -hayatında ilk defa böyle özgüven gerektiren bir şey yapıyor çünkü.

“Hadi ama sadece arkadaş olmaya çalışıyorum. Tavlamak falan şakaydı. Adını söylersen bırakırım peşini.”

“Elina.”

“Elina. Ne de güzel isim. Anlamı...”

“Temiz, berrak.”

“Su gibi.”

“Ben de Henry. Memnun oldum.”

Elina halinden memnun olmayan bir tavırla el sıkıştı. Bu şişko da kimdi ki ona asılıyordu. Arkadaş falan bahane... Bildiğin içime düşecek.

ATEŞ
!

Oradan bir ses yükseldi. Elina’nın dikkati o sese doğru dağıldı. İstediği gibi alev ruhlu bir insan değildi. Yetersizdi. Başarısızdı. Keşke doğmasaydım diye düşünüyordu. Her alev çıktığında bu düşünceleri otomatik olarak sürekli zihninde beliriyordu. Henry “N’oldu?” dedi.

“Alev çıkmak istiyordum ama başarısız oldum. Yetersizim. Güçsüzüm. Keşke hiç doğmasaydım.”

Henry şaşırmıştı. Sadece istediği olmadığı için bu şekilde kendine gaddarca yaklaşan birini ilk defa görüyordu -evet gaddarca, kendine.

“Bu düşüncelerin çok yanlış. Neden keşke doğmasaydın? Yoksa ben bu güzelliği nerede görecektim?”

“Bir daha bana güzellik atfında bulunursan çift motorlu aletini yumruklarım.”

Henry iki elini kaldırıp hafif yukarı aşağı yaparak “Hop! Hop! Hop! Sakin.”



“Yetersiz biri olduğum için, güçsüz biri olduğum için doğmamayı dilerdim.”

“Neden yetersiz ve güçsüz olduğunu düşünüyorsun ki?

“Çünkü alev çıkmadım. Bana sabahtan beri su dengesi ve ahengi zırvalıklarını anlatacaklar. Suyla dans edin bla bla bla”

Elina sinirlendiğinde o havalı ölümü hatırlatan modundan çıkıp şapşik bir kız moduna giriyor. Henry gibi... Gerçi Henry her zaman şapşik gibi.

“Peki bundaki problem ne? Suyun öğretileri de böyle n’aparsın?”

“Dinlemek istemiyorum!”

“Neden ola ki?”

“Çünkü su güçsüz ve zayıf. Alev ise yaktım mı yakar.”

“Su da boğdum mu boğar. Şahsen toprak yerine suyu tercih edebilirdim. Daha ölümcül.”

“Su mu ölümcül?”

“Okyanusu kontrol edebildiğini düşünsene. Dünya’nın yüzde yetmişi senin emrinde.”

Elina kolu basitçe açılan bu pencereden hiç bakmamıştı. Okyanusu kontrol etmek. “Ama bunu daha önce kimse yapmadı. Ben neden yapabileyim?”

Çünkü sende bir enerji hissettim bebe- ıııı belinde.”

Hu?”

Elina ***** gibi bakan Henry’e bakıyordu.


Ahh neyse boş ver!”



***

Sıra siyah gözlü, siyah saçlı, siyah giyimli birine gelmişti. Paçaları kısa, pantalonunun diz bölgesi yırtık, üstündeki yıpranmış, saçı dağınık...

Özgüvensiz birine benziyordu. Dışarıdan bakıldığında hafif titrediği belli oluyordu. Konuşsa belki kekelerdi.

Bıçağa korkuyla baktı. Kemikten falan ama baya keskindi. Bıçağa uzunca bakınca platform memuru sertçe “Hadi al artık şu bıçağı!” diye bağırdı. Bu bağırmanın üstüne çocuk fena titredi. Başka öğrenciler “bu korkak köylünün burada ne işi var” diye fısıldaşıyordu. Albert T. fısıldaşmaları susturmak için elini kaldırdı ve sertçe indirdi. Ateş emri almıştı. Dört yandaki alevler yükseldi. “Öhm öhm!”



Douglas bıçağı aldı ve eline götürdü. Kalbi yerinden çıkacaktı. Nefesini kontrol edemiyordu. Bıraksalar sanki tazı kovalamışçasına nefes alıp verecekti. İçine tutuyordu nefesini. Platform memuru sert bir bakış attı. Hızlı olmalıyım diye düşündü Douglas. Akan kan yine cızbız oluyordu ama bu sefer farklı bir şey oldu. Kan yok olmadı. Memur şaşkınlıkla baktı. Kanın rengi değişiyordu. Gittikçe kararıyordu. Kan gaz formuna, duman gibi bir şeye dönüştü. Kapkara bir duman bu! Hızlı sanki yüzyıllarca baskılanmış bir enerji gibi patladı ve tüm gökyüzünü sardı. Işık, güneş gitti. Alev savaşçıları etrafı aydınlattı. Neler oluyordu böyle? Bu karanlık da neyin nesi? Kimdi bu çocuk? Öğrenciler korkuyla birbirlerine ve çocuğa, Douglas’a bakıyorlardı. Albert T. Bay Darian’a bakış attı. Darian Douglas’ı kolundan tuttu ve başkan odasının bulunduğu kuleye doğru götürmeye koyuldu. Hava savaşçıları da havayı kontrol ederek öğrencilerin onları görmesini engelleyecek bir perde yapmıştı.



***​

Albert T. Darian’la başkan odasında konuşuyordu. Douglas kapıda bekliyordu.

“Gelmiş olabilir Darian. Beklediğimiz gelmiş olabilir.”

“Evet efendim. Ama öncelikle birtakım testler yapmamız gerekiyor. Çocuğa kendi özelliğini bastıracak bir büyü yapılmış olabilir. Cadıların çok şerefsizce savaştığını biliyorsunuz. Cinsiyetlerinden gelen bir sinsilik var.”

Albert T. kafasını onaylama anlamında salladı.

“Hemen teste sokun. Daha fazla gecikmeyelim. Zira Güneş Tanrıçası karanlık okyanustan çıkmaya pek hevesli.”



Darian odanın dışarısına çıktı. “Gel çocuk!” Beraber kulenin en alt katına indiler. Burası özel bir kattı. Tüpler, iksirler, otlar, element taşları, büyü taşları... Her şey vardı.

On dakika bekledikten sonra onlara biri daha katıldı. Alice. Alice bir büyücüydü. Büyücüler büyü taşlarını kullanabilir, iksirler hazırlayabilir ve asasını kullanarak hızlı ve seri büyüler yapabilirdi.

Darian “Büyü Kusturan hazır mı?” diye sordu.

Alice tarafından onay geldi. Douglas’a “İç şunu canım” diyerek iyi hissetmesini ve içindeki yabancılığı indirgemek istedi. Douglas içtikten üç dakika sonra çok fena midesi bulandı. Uzatılan kovaya kustu. Kusmuğu normaldi. Mide bulandırıcı, tiksinç, sindirilmemiş ve yarı sindirilmiş besinler... Iyy! “Temiz! Cadılar bu sefer uslu durmuşlar anlaşılan.”

Darian çocuğu bir masanın önüne getirdi. Önünde bir bıçak ve küre vardı. Bıçağın kabzası Douglas’ın belki Dünya’daki diğer herkesin görmediği bir karalıktaydı. Gümüş bıçağın yanında bir de büyü hapsi küresi vardı.

Bu küre element gücü veya büyüyle müdahale edilmiş element saldırılarını ve büyüleri hapsediyordu. Yapısı gereği sadece ufak saldırıları hapsedebiliyor. Zaten Douglas’ın önündekinin amacı da savunma değildi. “Bıçağı tut!” Douglas Bay Darian’ın sert emri üstüne hemen refleksmiş gibi bıçağın kabzasını kavradı. İnanılmaz derece hafifti. Tüy gibi! Bildiğin tüy!

“Bu bir suikastçı bıçağı. Hafifliğinden anlamışsındır.” dedi Darian biraz yukarıdan bakarcasına -anladığını hiç sanmıyordu. “Alice sıra senin.” Alice Douglas’ın karşısına geçti ve şu büyü sözcüklerini söyledi. “Ostende intus potestatem!” Bıçağın kabzasından inanılmaz kara bir dumanımsı bir şey yükseldi. Artık emin oldular.

Gölge Suikastçı varisi gelmişti.

A5 boyutuna göre 6,5 sayfa.
Çok değişik adamsın konuların faydalı psikolijik konuların felan var çok zeki adamsın gibi geldin kitap felan yazıyorsun
 

GazzeliAtalay

80+ Bronze
Katılım
31 Ekim 2021
Mesajlar
1,675
Bazı cümleler kendi içinde çok kıvrımlı olmuş. Bazı cümleleri nokta ile bitirip aynı cümleyle ilgili devam etmişsin ki (; ) işaretini kullanman lazımdı.

Akışı biraz dağınık olmuş. Konuya tam girecekken betimlemelere başlamışsın. Yada konucular ortasında betimlemelere başlamışsın.
Mesela karakter ortama girince önce ortamı tanıt(istiyorsan) sonra karakteri yürüt ve düşüncelerini paylaş daha sonra konuşacağı kişiyi ve yaptıklarını anlat. Konuşma ardından gelir.
Konuşma sırasında karakter durumlarını anlatman için betimlemelere ve bununla birlikte ağır bir dile ihtiyacın olur. Ağır bir dil olmaz ise yazı basit kaçar. Ya ortalama bir roman yazmayı dene yada ağır bir deneme. İki türü kriter olarak bir birine karıştırma .

Telefonda olmasam daha detay fikir belirtirdim ve örnek verebilirdim ama şimdilik bu kadar. Güzel yazı. Emeğine sağlık.
 

Gri Caner

80+ Titanium
Katılım
24 Ekim 2020
Mesajlar
30,676
En İyi Cevap
7
  • Konu Sahibi Konu Sahibi
  • #5
Bazı cümleler kendi içinde çok kıvrımlı olmuş. Bazı cümleleri nokta ile bitirip aynı cümleyle ilgili devam etmişsin ki (; ) işaretini kullanman lazımdı.

Akışı biraz dağınık olmuş. Konuya tam girecekken betimlemelere başlamışsın. Yada konucular ortasında betimlemelere başlamışsın.
Mesela karakter ortama girince önce ortamı tanıt(istiyorsan) sonra karakteri yürüt ve düşüncelerini paylaş daha sonra konuşacağı kişiyi ve yaptıklarını anlat. Konuşma ardından gelir.
Konuşma sırasında karakter durumlarını anlatman için betimlemelere ve bununla birlikte ağır bir dile ihtiyacın olur. Ağır bir dil olmaz ise yazı basit kaçar. Ya ortalama bir roman yazmayı dene yada ağır bir deneme. İki türü kriter olarak bir birine karıştırma .

Telefonda olmasam daha detay fikir belirtirdim ve örnek verebilirdim ama şimdilik bu kadar. Güzel yazı. Emeğine sağlık.
Teşekkürler. Dediklerinizin farkındaydım ve bilerek yaptım. Ama dezavantaj olduğunu bilmiyordum. Sizin dediklerinizi uygulamaya başlayacağım.
 

enokeno

80+ Bronze
Katılım
15 Ocak 2021
Mesajlar
1,714
Dahası  
Reaksiyon skoru
649
İsim
Enes Sayar
avludan girintili çıkıntılı taşlı görünümlü duvarlardan oluşan 4 kule ortası koca bir arena büyüklüğünde olan kale gibi bir yapıya bakan Henry.
Hocam birkaç kelime söyleyip oluşan diyorsunuz sonra birkaç kelime daha söyleyip olan diyorsunuz, sadece alıntıladığım cümleye bakacak olursanız birkaç yerde duraksama istediğini anlayabilirsiniz.
Yanlış anlama kendini geliştirmen adına söylüyorum çünkü şu konumda bizler okuyucularız.
İlk cümlesinden beni bu şekilde zorlayan ve anlayabilmek için birkaç defa daha okumam gereken bir cümle ile karşılaşmak, benim okuma isteğimi azaltır.[/spoiler]
 

GazzeliAtalay

80+ Bronze
Katılım
31 Ekim 2021
Mesajlar
1,675
Teşekkürler. Dediklerinizin farkındaydım ve bilerek yaptım. Ama dezavantaj olduğunu bilmiyordum. Sizin dediklerinizi uygulamaya başlayacağım.
Biraz deneme kitabı inceleyerek okursan yapman ve yapmaman gerekeni daha net farkedersin. İki tür açıkça karışmış. Ben okurken senin farkında olmadan sürüklendiğini görüyorum.
 

R3b311i0n_01

80+ Bronze
Katılım
23 Mart 2020
Mesajlar
1,620
silindi
 
Son düzenleme:
Top Bottom