Neler Yeni

Niye Bu Kadar Takıntılıyım ?

ProfessionWolf

80+ Silver
Katılım
28 Mayıs 2020
Mesajlar
2,441
Dahası  
Reaksiyon skoru
841
Konum
İstanbul/Levent
İsim
Buğra
bazılarınız dalga geçecektir belki ama çoğu şeyde takıntılıyım mesela dün yeni aldığım klavyeye abim sert bastı tuşlara vururmuş gibi ve artık o klavyeden soğudum iade edip yenisini alsam mı diyorum çok saçma ama nedense hep böyle oluyor yeni aldığım birşeye dokunulunca aldığım şeyden soğuyorum bunun önüne nasıl geçebilirim ?
 

ProfessionWolf

80+ Silver
Katılım
28 Mayıs 2020
Mesajlar
2,441
Dahası  
Reaksiyon skoru
841
Konum
İstanbul/Levent
İsim
Buğra
  • Konu Sahibi Konu Sahibi
  • #3
Katılım
9 Temmuz 2022
Mesajlar
123
Dahası  
Reaksiyon skoru
27
İsim
Mehmet
Sakin birisine benzemiyosun kitap okumak insani zihnini geliştirmek ve başka konularda bilgi sahibi olayı hedefler takıntılı olman. Titizligin veya eski yaşanan olaylardan gelir. Ama tavsiyen sakin olman sabredmen ve goz ardı etmeyi bilmeni oneririm (hayatın sonu deyilya) gibi kelime kullanır bazı insan lar nedenide kendine hakim olmak için veya sakin olmak için sana tavsiyem bişeyleri goz ardı etmeyi ogrenmen
 

Charles Darwin

80+ Silver
Katılım
10 Haziran 2021
Mesajlar
2,249
Dahası  
Reaksiyon skoru
1,127
İsim
Alpaslan Çevikel
bazılarınız dalga geçecektir belki ama çoğu şeyde takıntılıyım mesela dün yeni aldığım klavyeye abim sert bastı tuşlara vururmuş gibi ve artık o klavyeden soğudum iade edip yenisini alsam mı diyorum çok saçma ama nedense hep böyle oluyor yeni aldığım birşeye dokunulunca aldığım şeyden soğuyorum bunun önüne nasıl geçebilirim ?
Bu hastalığın tıpta karşılığı OKB yani Obsesif Kompulsif Bozukluk beyinde bulunan serotoinin hormonu yani diğer adıyla mutluluk hormonunun az salgılanmasıyla ortayaya çıkan bir durumdur ve hastalık ilerlemeden derhal bir psikiyatri doktoruna başvurulması gerekmektedir ilaç tedavisine başlanacaktır daha sonra terapi göreceksin psikolog tarafından bende takıntı hastasıyım şuan tedavi görüyorum zamanla tekrar etme davranışların ortaya çıkacaktır ya düşerse yani her şey kontrolünün altında olmasını isteyeceksin
Mesaj otomatik birleştirildi:

Sakin birisine benzemiyosun kitap okumak insani zihnini geliştirmek ve başka konularda bilgi sahibi olayı hedefler takıntılı olman. Titizligin veya eski yaşanan olaylardan gelir. Ama tavsiyen sakin olman sabredmen ve goz ardı etmeyi bilmeni oneririm (hayatın sonu deyilya) gibi kelime kullanır bazı insan lar nedenide kendine hakim olmak için veya sakin olmak için sana tavsiyem bişeyleri goz ardı etmeyi ogrenmen
Bu hastalık hocam öyle basit bir şey değil OKB araştırırsan bilgi sahibi olursun
 

Emsal

80+ Silver
Katılım
5 Haziran 2020
Mesajlar
2,391
Hocam bir şeyi hayal etmek o şeyin kendisi değildir , bu açıdan benim ilk önerim hayal etmekten korkmayın mesela rahatsız olduğunuz durumun sonucuna kadar hayal edin yani mesela yeni aldığınız klavyeyi hayalen herkese dokundurtun kullandırın hayalinizi alıştırın klavye kullanılmış olsun hatta bozulmuş kırılmış bir şekilde hayal edin
İlk etabda hayalinizi buna alıştırın sonra gerçeğine de inşaallah yavaş yavaş alışacaksınız

Bunun yanında direk okb ya da kişilik bozukluğun var diyen olursa da aldırış etmeyin hastalık boyutu yüksek seviyedir herkes karakteri gereği hassas olabilir
 
Katılım
9 Temmuz 2022
Mesajlar
123
Dahası  
Reaksiyon skoru
27
İsim
Mehmet
Hocam amacım zor birşeyi basit bişeyle yenebilmek degil küçük tavvsiyeler vermek
Bu hastalığın tıpta karşılığı OKB yani Obsesif Kompulsif Bozukluk beyinde bulunan serotoinin hormonu yani diğer adıyla mutluluk hormonunun az salgılanmasıyla ortayaya çıkan bir durumdur ve hastalık ilerlemeden derhal bir psikiyatri doktoruna başvurulması gerekmektedir ilaç tedavisine başlanacaktır daha sonra terapi göreceksin psikolog tarafından bende takıntı hastasıyım şuan tedavi görüyorum zamanla tekrar etme davranışların ortaya çıkacaktır ya düşerse yani her şey kontrolünün altında olmasını isteyeceksin
Mesaj otomatik birleştirildi:


Bu hastalık hocam öyle basit bir şey değil OKB araştırırsan bilgi sahibi olursun
 

ProfessionWolf

80+ Silver
Katılım
28 Mayıs 2020
Mesajlar
2,441
Dahası  
Reaksiyon skoru
841
Konum
İstanbul/Levent
İsim
Buğra
  • Konu Sahibi Konu Sahibi
  • #8
Sakin birisine benzemiyosun kitap okumak insani zihnini geliştirmek ve başka konularda bilgi sahibi olayı hedefler takıntılı olman. Titizligin veya eski yaşanan olaylardan gelir. Ama tavsiyen sakin olman sabredmen ve goz ardı etmeyi bilmeni oneririm (hayatın sonu deyilya) gibi kelime kullanır bazı insan lar nedenide kendine hakim olmak için veya sakin olmak için sana tavsiyem bişeyleri goz ardı etmeyi ogrenmen
aslında aşırı sakin ve sessiz biriyim ama yeni aldığım birşeye dokunulunca hoşlanmıyorum dokunulunca dediğim mesela mormal kullanmaktan bahsetmiyorum dün abim klavyeyi beğenmedim bunu kırıcam ben dedi ve tuşlara sertçe bastı normal kullansa zaten bişey demezdim
Mesaj otomatik birleştirildi:

Bu hastalığın tıpta karşılığı OKB yani Obsesif Kompulsif Bozukluk beyinde bulunan serotoinin hormonu yani diğer adıyla mutluluk hormonunun az salgılanmasıyla ortayaya çıkan bir durumdur ve hastalık ilerlemeden derhal bir psikiyatri doktoruna başvurulması gerekmektedir ilaç tedavisine başlanacaktır daha sonra terapi göreceksin psikolog tarafından bende takıntı hastasıyım şuan tedavi görüyorum zamanla tekrar etme davranışların ortaya çıkacaktır ya düşerse yani her şey kontrolünün altında olmasını isteyeceksin
Mesaj otomatik birleştirildi:


Bu hastalık hocam öyle basit bir şey değil OKB araştırırsan bilgi sahibi olursun
Okb yi iyi biliyorum hocam ama benim o kadar yüksek düzeyde değil ama mesela hiperaktifim uzun süre oturamıyorum illa elimi ayağımı oynatmam lazım titizlik hastalığım da yok açıkçası bana tek sorun oluşturan şey sürekli depresif olmam bir şey olmadığı halde depresif bir moda giriyorum veya en ufak birşeye canımı sıkıp onu saatlerce düşünüyorum
Mesaj otomatik birleştirildi:

Hocam bir şeyi hayal etmek o şeyin kendisi değildir , bu açıdan benim ilk önerim hayal etmekten korkmayın mesela rahatsız olduğunuz durumun sonucuna kadar hayal edin yani mesela yeni aldığınız klavyeyi hayalen herkese dokundurtun kullandırın hayalinizi alıştırın klavye kullanılmış olsun hatta bozulmuş kırılmış bir şekilde hayal edin
İlk etabda hayalinizi buna alıştırın sonra gerçeğine de inşaallah yavaş yavaş alışacaksınız

Bunun yanında direk okb ya da kişilik bozukluğun var diyen olursa da aldırış etmeyin hastalık boyutu yüksek seviyedir herkes karakteri gereği hassas olabilir
haklısınız hocam hatta çoğu aldığım şeyde eskiden bunu uyguluyordum ben şimdi hatırlattınız bana bazen vesvese duası okuyordum hemen geçiyordu
 
Son düzenleme:

Emsal

80+ Silver
Katılım
5 Haziran 2020
Mesajlar
2,391

Hocam madem vesvese dediniz , burda vesveseyi bilimsel ve ilmi boyutta en ince ayrıntısına kadar anlatıyor dili bir parça ağır ama anlaşılmaz değil

Yirmi Birinci Söz’ün İkinci Makamı​


Kalbin beş yarasına beş merhemi tazammun eder.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطٖينِ ۞ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

Ey maraz-ı vesvese ile müptela! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür. Küçük görsen küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Öyle ise şu musibetli vesvesenin aksam-ı kesîresinden kesîrü’l-vuku olan yalnız beş vechini beyan edeceğim. Belki sana ve bana şifa olur. Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki cehil onu davet eder, ilim onu tard eder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.

Birinci Vecih​

Birinci yara, şeytan evvela şüpheyi kalbe atar. Eğer kalp kabul etmezse şüpheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münafî-i edep çirkin halleri tasvir eder. Kalbe “Eyvah!” dedirtir, yeise düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabb’ine karşı sû-i edepte bulunuyor. Müthiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister.

Bu yaranın merhemi budur:

Bak ey bîçare vesveseli adam! Telaş etme. Çünkü senin hatırına gelen şetim değil belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi tahayyül-ü şetim dahi şetim değildir. Zira mantıkça tahayyül, hüküm değildir. Şetim ise hükümdür. Hem bununla beraber o çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır. Yani onu zararlı tevehhüm etmekle kalben mutazarrır olmaktır. Çünkü hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zaten şeytanın da istediği odur.

İkinci Vecih​

Budur ki: Manalar kalpten çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. Hayal ise her vakit bir sebep tahtında bir nevi suretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mana geçse ya ona giydirir ya takar ya bulaştırır ya perde eder. Eğer manalar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise giymek yoktur fakat temas var. Vesveseli adam, teması telebbüsle iltibas eder. “Eyvah!” der. “Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hısset-i nefis, beni matrud eder.” Şeytan onun şu damarından çok istifade eder.

Şu yaranın merhemi şudur:

Dinle ey bîçare! Nasıl ki senin namazın edeb-i nezihanesinin vesilesi olan zahirî taharete, batnının bâtınındaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de maânî-i mukaddesenin suret-i mülevveseye mücavereti zarar etmez. Mesela, sen âyât-ı İlahiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden bir maraz, ya bir iştiha ya bevl gibi bir emr-i müheyyic şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, deva-i illet ve kaza-i hâcetin levazımatını görecek, bakacak, onlara münasip süflî suretleri nescedecek. Ve gelen manalar ortalarından geçecekler. Geçeceklere ne beis vardır, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatar var. Yalnız hatar ise hasr-ı nazardır, zann-ı zarardır.

Üçüncü Vecih​

Budur ki: Eşya mabeynlerinde, bazı münasebat-ı hafiye bulunur. Hattâ hiç ümit etmediğin şeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzat bulunur veya senin hayalin, meşgul olduğu sanata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münasebettendir ki bazen bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir.

Fenn-i beyanda beyan olunduğu gibi “Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise hayalde sebeb-i kurbiyettir.” Yani iki zıddın suretlerinin cem’ine vasıta, bir münasebet-i hayaliyedir. Bu münasebetle gelen tahattura, tedai-yi efkâr tabir edilir. Mesela, sen namazda, münâcatta, Kâbe karşısında, huzur-u İlahîde iken âyâtı tefekkürde olduğun bir halde; şu tedai-yi efkâr, seni tutup en uzak malayaniyat-ı rezileye sevk eder.

Senin başın, böyle bir tedai-yi efkâra müptela ise sakın telaş etme. Belki intibaha geldiğin anda, dön. “Aman ne kusur ettim!” deyip tetkikle meşgul olup durma. Tâ o zayıf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zayıf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise galiben ihtiyarsızdır. Hususan hassas asabîlerde daha galiptir. Şeytan, şu nevi vesvesenin madenini çok işlettirir. Şu yaranın merhemi şudur ki:

Tedai-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes’uliyet yoktur. Hem tedaide, mücaveret var; temas ve ihtilat yoktur. Onun için efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasıl ki şeytan ile melek-i ilham, kalp taraflarında mücaveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez. Öyle de tedai-yi efkâr sâikasıyla istemediğin pis hayalat, gelip nezih efkârın içine girse zarar vermez. Meğer kasden olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bazen kalp yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur, pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.

Dördüncü Vecih​

Amelin en iyi suretini taharriden neş’et eden bir vesvesedir ki takva zannıyla teşeddüd ettikçe hal ona şiddetlenir. Hattâ bir dereceye varır ki o adam amelin daha evlâsını ararken harama düşer. Bazen bir sünnetin araması, bir vâcibi terk ettiriyor. “Acaba amelim sahih oldu mu?” der, iade eder. Bu hal devam eder. Gayet yeise düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar.

Şu yaranın iki merhemi var:

Birinci merhem: Bu gibi vesvese Ehl-i İtizal’e lâyıktır. Çünkü onlar derler: “Medar-ı teklif olan ef’al ve eşya, kendi zatında, âhiret itibarıyla ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmiş veya kubhu var; sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubuh zatîdir; emir ve nehy-i İlahî ona tabidir.” Bu mezhebe göre insan, her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: “Acaba amelim nefsü’l-emirdeki güzel surette yapılmış mıdır?”

Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: Cenab-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. Demek emir ile güzellik, nehiy ile çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubuh mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder. Şu hüsün ve kubuh ise surî ve dünyaya bakan yüzünde değil belki âhirete bakan yüzdedir.

Mesela, sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini fesada verecek bir sebep, nefsü’l-emirde varmış. Lâkin sen ona hiç muttali olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir hem hasendir. Mutezile der: “Hakikatte kabih ve fâsiddir. Lâkin senden kabul edilir. Çünkü cehlin var, bilmedin ve özrün var.” Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zahir-i şeriata muvafık olarak işlediğin ameline: “Acaba sahih olmuş mu?” deyip vesvese etme. Fakat “Kabul olmuş mu?” de; gururlanma, ucbe girme.

İkinci merhem: Dinde harec yoktur. لَا حَرَجَ فِى الدّٖينِ Madem dört mezhep haktır. Madem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü’yetine –böyle vesveseli adama– müreccahtır. Yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense amelini kusurlu görse, istiğfar etse daha evlâdır.

Madem böyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal, bir harecdir. Hakikat-i hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre münafîdir. لَا حَرَجَ فِى الدّٖينِ § اَلدّٖينُ يُسْرٌ esasına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâekall ben aczimi itiraf ederek ibadeti lâyık-ı vechile eda edemediğimden istiğfar ve tazarru ile merhamet-i İlahiyeye dehalet edip kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilane bir niyaza vesiledir.

Beşinci Vecih​

Mesail-i imaniyede şüphe suretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bazen tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yani hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm edip itikadına halel gelmiş zanneder. Hem bazen tevehhüm ettiği bir şüpheyi, imana zarar veren bir şek zanneder. Hem bazen tasavvur ettiği bir şüpheyi, tasdik-i aklîye girmiş bir şüphe zanneder. Hem bazen bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yani dalaletin esbabını anlamak suretinde kuvve-i müfekkirenin cevelanını ve tetkikatını ve bîtarafane muhakemesini, hilaf-ı iman zanneder.

İşte telkinat-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek “Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş.” der. O haller, galiben ihtiyarsız olduğundan cüz-i ihtiyarîsiyle ıslah edemediğinden yeise düşer.

Bu yaranın merhemi şudur ki:

Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi tevehhüm-ü küfür dahi küfür değildir. Tasavvur-u dalalet, dalalet olmadığı gibi tefekkür-ü dalalet dahi dalalet değildir. Çünkü hem tahayyül hem tevehhüm hem tasavvur hem tefekkür; tasdik-i aklîden ve iz’an-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz-i ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz’an, öyle değiller. Bir mizana tabidirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür nasıl ki tasdik ve iz’an değiller. Öyle de şüphe ve tereddüt sayılmazlar. Fakat eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstekar bir hale gelse o vakit hakiki bir nevi şüphe, ondan tevellüd edebilir. Hem bîtarafane muhakeme namıyla veya insaf namına deyip şıkk-ı muhalifi iltizam ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizam eder. Ona vâcib olan hakkın iltizamı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrur eder.

Şu nevi vesvesenin en mühimmi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zatî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani bir şeyi zatında mümkün görse o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki ilm-i kelâmın kaidelerindendir ki imkân-ı zatî ise yakîn-i ilmîye münafî değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Mesela, şu dakikada Karadeniz’in yere batması, zatında mümkündür ve o imkân-ı zatî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen, o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şüphesiz biliyoruz. Ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zatî, bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Mesela, şu güneş zatında mümkündür ki bugün gurûb etmesin veya yarın tulû etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez.

İşte bunun gibi mesela, hakaik-i imaniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurûbuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna, imkân-ı zatî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imanîye zarar vermez. Hem لَا عِبْرَةَ لِلْاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِئِ عَنْ دَلٖيلٍ yani “Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur.” olan kaide-i meşhure hem usûlü’d-din hem usûlü’l-fıkhın kaide-i mukarreresindendir.

Eğer desen: Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese, ne hikmete binaen bize bela olmuş?

Elcevap: İfrata varmamak hem galebe çalmamak şartıyla asl-ı vesvese; teyakkuza sebeptir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaytlığı atar, tehavünü def’eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse Hakîm-i Rahîm’e şekva etmeli ‌اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجٖيمِ‌ demeli.
 

ProfessionWolf

80+ Silver
Katılım
28 Mayıs 2020
Mesajlar
2,441
Dahası  
Reaksiyon skoru
841
Konum
İstanbul/Levent
İsim
Buğra

Hocam madem vesvese dediniz , burda vesveseyi bilimsel ve ilmi boyutta en ince ayrıntısına kadar anlatıyor dili bir parça ağır ama anlaşılmaz değil

Yirmi Birinci Söz’ün İkinci Makamı​


Kalbin beş yarasına beş merhemi tazammun eder.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

رَبِّ اَعُوذُ بِكَ مِنْ هَمَزَاتِ الشَّيَاطٖينِ ۞ وَاَعُوذُ بِكَ رَبِّ اَنْ يَحْضُرُونِ

Ey maraz-ı vesvese ile müptela! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür. Küçük görsen küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Öyle ise şu musibetli vesvesenin aksam-ı kesîresinden kesîrü’l-vuku olan yalnız beş vechini beyan edeceğim. Belki sana ve bana şifa olur. Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki cehil onu davet eder, ilim onu tard eder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.

Birinci Vecih​

Birinci yara, şeytan evvela şüpheyi kalbe atar. Eğer kalp kabul etmezse şüpheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münafî-i edep çirkin halleri tasvir eder. Kalbe “Eyvah!” dedirtir, yeise düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki kalbi, Rabb’ine karşı sû-i edepte bulunuyor. Müthiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister.

Bu yaranın merhemi budur:

Bak ey bîçare vesveseli adam! Telaş etme. Çünkü senin hatırına gelen şetim değil belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi tahayyül-ü şetim dahi şetim değildir. Zira mantıkça tahayyül, hüküm değildir. Şetim ise hükümdür. Hem bununla beraber o çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır. Yani onu zararlı tevehhüm etmekle kalben mutazarrır olmaktır. Çünkü hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder. Onun sözünü, ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zaten şeytanın da istediği odur.

İkinci Vecih​

Budur ki: Manalar kalpten çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. Hayal ise her vakit bir sebep tahtında bir nevi suretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mana geçse ya ona giydirir ya takar ya bulaştırır ya perde eder. Eğer manalar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise giymek yoktur fakat temas var. Vesveseli adam, teması telebbüsle iltibas eder. “Eyvah!” der. “Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hısset-i nefis, beni matrud eder.” Şeytan onun şu damarından çok istifade eder.

Şu yaranın merhemi şudur:

Dinle ey bîçare! Nasıl ki senin namazın edeb-i nezihanesinin vesilesi olan zahirî taharete, batnının bâtınındaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de maânî-i mukaddesenin suret-i mülevveseye mücavereti zarar etmez. Mesela, sen âyât-ı İlahiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden bir maraz, ya bir iştiha ya bevl gibi bir emr-i müheyyic şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, deva-i illet ve kaza-i hâcetin levazımatını görecek, bakacak, onlara münasip süflî suretleri nescedecek. Ve gelen manalar ortalarından geçecekler. Geçeceklere ne beis vardır, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatar var. Yalnız hatar ise hasr-ı nazardır, zann-ı zarardır.

Üçüncü Vecih​

Budur ki: Eşya mabeynlerinde, bazı münasebat-ı hafiye bulunur. Hattâ hiç ümit etmediğin şeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzat bulunur veya senin hayalin, meşgul olduğu sanata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış. Şu sırr-ı münasebettendir ki bazen bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir.

Fenn-i beyanda beyan olunduğu gibi “Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise hayalde sebeb-i kurbiyettir.” Yani iki zıddın suretlerinin cem’ine vasıta, bir münasebet-i hayaliyedir. Bu münasebetle gelen tahattura, tedai-yi efkâr tabir edilir. Mesela, sen namazda, münâcatta, Kâbe karşısında, huzur-u İlahîde iken âyâtı tefekkürde olduğun bir halde; şu tedai-yi efkâr, seni tutup en uzak malayaniyat-ı rezileye sevk eder.

Senin başın, böyle bir tedai-yi efkâra müptela ise sakın telaş etme. Belki intibaha geldiğin anda, dön. “Aman ne kusur ettim!” deyip tetkikle meşgul olup durma. Tâ o zayıf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zayıf tahatturun melekeye döner. Bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise galiben ihtiyarsızdır. Hususan hassas asabîlerde daha galiptir. Şeytan, şu nevi vesvesenin madenini çok işlettirir. Şu yaranın merhemi şudur ki:

Tedai-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır. Onda mes’uliyet yoktur. Hem tedaide, mücaveret var; temas ve ihtilat yoktur. Onun için efkârın keyfiyetleri, birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasıl ki şeytan ile melek-i ilham, kalp taraflarında mücaveretleri var ve füccar ve ebrarın karabetleri ve bir meskende durmaları, zarar vermez. Öyle de tedai-yi efkâr sâikasıyla istemediğin pis hayalat, gelip nezih efkârın içine girse zarar vermez. Meğer kasden olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bazen kalp yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele bir şeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur, pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.

Dördüncü Vecih​

Amelin en iyi suretini taharriden neş’et eden bir vesvesedir ki takva zannıyla teşeddüd ettikçe hal ona şiddetlenir. Hattâ bir dereceye varır ki o adam amelin daha evlâsını ararken harama düşer. Bazen bir sünnetin araması, bir vâcibi terk ettiriyor. “Acaba amelim sahih oldu mu?” der, iade eder. Bu hal devam eder. Gayet yeise düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar.

Şu yaranın iki merhemi var:

Birinci merhem: Bu gibi vesvese Ehl-i İtizal’e lâyıktır. Çünkü onlar derler: “Medar-ı teklif olan ef’al ve eşya, kendi zatında, âhiret itibarıyla ya hüsnü var; sonra o hüsne binaen emredilmiş veya kubhu var; sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubuh zatîdir; emir ve nehy-i İlahî ona tabidir.” Bu mezhebe göre insan, her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: “Acaba amelim nefsü’l-emirdeki güzel surette yapılmış mıdır?”

Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: Cenab-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur. Demek emir ile güzellik, nehiy ile çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubuh mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder. Şu hüsün ve kubuh ise surî ve dünyaya bakan yüzünde değil belki âhirete bakan yüzdedir.

Mesela, sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini fesada verecek bir sebep, nefsü’l-emirde varmış. Lâkin sen ona hiç muttali olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir hem hasendir. Mutezile der: “Hakikatte kabih ve fâsiddir. Lâkin senden kabul edilir. Çünkü cehlin var, bilmedin ve özrün var.” Öyle ise Ehl-i Sünnet mezhebine göre, zahir-i şeriata muvafık olarak işlediğin ameline: “Acaba sahih olmuş mu?” deyip vesvese etme. Fakat “Kabul olmuş mu?” de; gururlanma, ucbe girme.

İkinci merhem: Dinde harec yoktur. لَا حَرَجَ فِى الدّٖينِ Madem dört mezhep haktır. Madem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise gurura müncer olan hüsn-ü amelin rü’yetine –böyle vesveseli adama– müreccahtır. Yani böyle vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense amelini kusurlu görse, istiğfar etse daha evlâdır.

Madem böyledir, sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal, bir harecdir. Hakikat-i hale muttali olmak güçtür. Dindeki yüsre münafîdir. لَا حَرَجَ فِى الدّٖينِ § اَلدّٖينُ يُسْرٌ esasına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâekall ben aczimi itiraf ederek ibadeti lâyık-ı vechile eda edemediğimden istiğfar ve tazarru ile merhamet-i İlahiyeye dehalet edip kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilane bir niyaza vesiledir.

Beşinci Vecih​

Mesail-i imaniyede şüphe suretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bazen tahayyülü, taakkul ile iltibas eder. Yani hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm edip itikadına halel gelmiş zanneder. Hem bazen tevehhüm ettiği bir şüpheyi, imana zarar veren bir şek zanneder. Hem bazen tasavvur ettiği bir şüpheyi, tasdik-i aklîye girmiş bir şüphe zanneder. Hem bazen bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yani dalaletin esbabını anlamak suretinde kuvve-i müfekkirenin cevelanını ve tetkikatını ve bîtarafane muhakemesini, hilaf-ı iman zanneder.

İşte telkinat-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek “Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş.” der. O haller, galiben ihtiyarsız olduğundan cüz-i ihtiyarîsiyle ıslah edemediğinden yeise düşer.

Bu yaranın merhemi şudur ki:

Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi tevehhüm-ü küfür dahi küfür değildir. Tasavvur-u dalalet, dalalet olmadığı gibi tefekkür-ü dalalet dahi dalalet değildir. Çünkü hem tahayyül hem tevehhüm hem tasavvur hem tefekkür; tasdik-i aklîden ve iz’an-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz-i ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz’an, öyle değiller. Bir mizana tabidirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür nasıl ki tasdik ve iz’an değiller. Öyle de şüphe ve tereddüt sayılmazlar. Fakat eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstekar bir hale gelse o vakit hakiki bir nevi şüphe, ondan tevellüd edebilir. Hem bîtarafane muhakeme namıyla veya insaf namına deyip şıkk-ı muhalifi iltizam ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizam eder. Ona vâcib olan hakkın iltizamı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrur eder.

Şu nevi vesvesenin en mühimmi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zatî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani bir şeyi zatında mümkün görse o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki ilm-i kelâmın kaidelerindendir ki imkân-ı zatî ise yakîn-i ilmîye münafî değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Mesela, şu dakikada Karadeniz’in yere batması, zatında mümkündür ve o imkân-ı zatî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen, o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şüphesiz biliyoruz. Ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zatî, bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Mesela, şu güneş zatında mümkündür ki bugün gurûb etmesin veya yarın tulû etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez.

İşte bunun gibi mesela, hakaik-i imaniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurûbuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna, imkân-ı zatî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imanîye zarar vermez. Hem لَا عِبْرَةَ لِلْاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِئِ عَنْ دَلٖيلٍ yani “Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur.” olan kaide-i meşhure hem usûlü’d-din hem usûlü’l-fıkhın kaide-i mukarreresindendir.

Eğer desen: Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese, ne hikmete binaen bize bela olmuş?

Elcevap: İfrata varmamak hem galebe çalmamak şartıyla asl-ı vesvese; teyakkuza sebeptir, taharriye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaytlığı atar, tehavünü def’eder. Onun için Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak vesveseyi şeytanın eline vermiş. Beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse Hakîm-i Rahîm’e şekva etmeli ‌اَعُوذُ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجٖيمِ‌ demeli.
Hocam sözler kitabını forumda bilen birisiyle ilk defa karşılaşıyorum şaşırdım internetten mi aldınız yoksa said nursi eserlerini biliyor musunuz
 

Emsal

80+ Silver
Katılım
5 Haziran 2020
Mesajlar
2,391
Hocam sözler kitabını forumda bilen birisiyle ilk defa karşılaşıyorum şaşırdım internetten mi aldınız yoksa said nursi eserlerini biliyor musunuz
Biliyorum hocam , yeri gelirse alıntı yapıyorum sevdiğim yerlerden:)

Ben kendi açımdan yazıyım ilk yorum olsun

Benim için kendi varlığımdan daha çok Cenab-ı hak varlığı kesin , yani ben kendi varlığıma inanmalı mıyım diye bir soru sormadığım gibi her şeyin yaratıcısı olan Allah a inanmalı mıyım diye de aklıma hiç soru gelmiyor Benim vücudum beni bir anlatıyorsa O nu bin anlatıyor ve ben de kendi vücudumdan şüphe etmediğimin bin katı kadar O nun vücudundan şüphe etmiyorum

Sual: Bürhanınıza şekk-i itiraz geldikçe; imanınız sarsılmaz mı? Bu ma'reke-i evham olan istidlâliyatla taharrî zarar vermez mi?

Elcevap: Eğer neticeyi -bürhan ile bağlı onunla ikame ve isbat suretiyle olsa; Ve tahakkuk-u hakaika ayar tutmakla adem-i delilden adem-i medlûlü tevehhüm etse zarar olur. Halbuki, iman incecik bir bürhana yüklenmez. Belki öyle bir hadse bina ve istinad eder ki; o hads öyle menabi'den kuvvet ve öyle meadinden ışık alır ki; söndürülmesi kâinatın söndürülmesidir.

Birinci Menba'​

En azîm icma' sırrını ve en vasi' tevatürün manasını tazammun eden milyonlar ehl-i hakikatın ittifakıdır. Sırr-ı icma' ve sırr-ı tevatür noktasından tecellî eden bir hads-i mukni'le o netice zihinde karar kılmıştır. Zîrâ, herbir muhakkıkın bir bürhanı var. Ve o bürhanın mahiyeti teşhis edilmese de vücûdu katiyyen malûmdur.

Acaba dünyada hangi itiraz ve şüphe vardır ki; milyarlar huyut-u berâhinden teşekkül etmiş şu Habl-i Metini kesebilsin? Çünkü derim: Vahdete dair şu netice, hasra gelmez ehl-i tahkikin herbiri bir bürhan veya berâhin ile hakikat olarak görmüşler. Demek onların bütün bürhanları sarsılmaz bir bürhandır. Çünkü o bürhanları tanımasa da vücûdlarını bilir, hadsin zengin bir menba'ıdır.

İkinci Menba'​

Kâinatın bütün şehadâtıdır.

Üçüncü Menba'​

Vicdandaki fıtrattır. Bunlar gibi daha çok menba'lar vardır.

İşte bu hads, bütün menâbi'i söndürülmezse sönmez. Şübhe, bir delili, yüz delili atsa da medlûle îrâs-ı zarar edemez. Çünkü o kubbe-i âliye yalnız bir direk üstünde kâim değildir.

Zihnin cüz'iyeti hasebiyle, müşteri nazarıyla isbatına çalışmak hatardır. Belki bu istidlâlât ve berâhînin vazifesi menfîdir. Matlabı tavzih eder. Tasfiye eder. Bâzan da takviye eder.
 
Top Bottom