Özgürlük, hayvansal güdüleri pratiğe geçirme hürriyeti dışında pek çok farklı manaya haizdir. İnsan, akıl vasıtasıyla kâh tabiatın sınırlarını aşabildiği için kâh da o sınırların içerisinde hususi ilke ve kaideler oluşturup kendini kısıtlayabildiği için özgürdür. Özgürlüğün hayvani içgüdülerin buyruğunu yerine getirme imkanıyla doğrudan bir ilişkisi yok benim algımda. Dürtülerine, ihtiraslarına itaat özgürlük değildir. Sürekli olarak bu güdülerin tatminini sağlayacak olan eylemlere karşı ilgi ve alaka, insanı özgür değil tutsak kılar.
Temayüllerin tatmini doğrultusunda tabiatın sınırlarını alabildiğince zorlamak bir noktaya kadar iş görür. Zincirlerden koptuğunu zanneder insan fakat içgüdülerine tutsaktır. Reddetmeyi bilmek, kendini tabiatın dehlizlerine kaptırmadan dürtülerini kontrol altına almaya çalışmaktır asıl özgürlük. Dünyayı değiştirip hükmedecek kabiliyete haiz insan, kendisini içgüdülerinin rüzgarına kaptırıp tüm seçimlerinin temelini pragmatizmcilikle hazza dayandırıyorken nasıl özgür olabilir? Ben pek olağan görmüyorum bunu.
Uzun lafın kısası. Çağın insanın ruhu asli özgürlüğü taşıyamayacak kadar tutsak bana kalırsa. Bu tutsak ruhtan sızan zilleti ise özgürlük sanıyor. Öylesine derin bir trajedi ki bu, üstüne çok çizilip yazılabilir. Dine inanan bir insanın daha özgür olduğu kanaatindeyim. Fakat buradaki inanıştan kastım taklidi bir iman değil. Tahkik edilmiş, kalben inanılmış bir inanç.