Kur'an'ın aslı Arapçadır ve Allah'ın resulüne Cebrail aracılığıyla indirdiği manaya delalet eden lafzın ismidir. Kur'an sadece mana olarak indirilmemiştir, Allah resulünün kalbine lafızları ile indirilmiştir. Bu lafızlardan anlaşılan ve başka lafızlarla ifade edilen mana, Kur’an değildir. Çünkü indirildiği lafzın dışında başka sözlerle ifade edilen Allah'ın kelamı değil, mütercimin ondan anladığı yorumdur. Sadece diğer diller açısından düşünmeyin. Misal; ana dili Arapça olan Arap biri farklı imlalarla, cümlelerin ve kelimelerinin yerini değiştirerek, daha çok yahut daha az bağlaç/edat kullanarak kendince daha kolay okunan bir versiyon yapsa o da Kur'an olmaz. Bu versiyonu da namazda kıraat etmek caiz olmaz. Burada maksat Arapçaya ta'zim değil, inen şekle tazim. Vahiy ne ise o okunur.
- Şüphesiz o, âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir. Onu Rûhu’l-emin (Cebrâil), uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine apaçık Arap diliyle indirdi. (eş-Şuarâ, 26/192-195)
- İşte böylece biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik. (Tâhâ, 20/113)
- Korunsunlar diye dosdoğru Arapça bir Kur’ân indirdik. (ez-Zümer, 39/28)
- Bu bilen bir toplum için âyetleri Arapça bir Kur’ân olmak üzere ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır. (Fussilet, 41/3)
gibi pek çok ayette Kur’an’ın Arapça olduğu ifade ediliyor. Sadece mananın değil, lafızların da Kur’ân kavramının içeriğine dâhil olduğunu açık ve kesin bir şekilde anlıyoruz bu ayetlerden. Bundan ötürü, tercümeye Kur’an denmez yahut tercümenin Kur’an hükmünde olduğu söylenmez. Bu konuda İslam alimleri ittifak etmiştir. Kur'an'ın da ezanın da Arapça aslıyla okunması gerekir.
Şu ana kadar değindiğim namazda hafızadan okumak idi, bu farklı bir konudur. Arapça olarak inmiş orijinal haliyle olmalıdır. Bir de Kur'an'ı okuyup anlamak, hayatına nakşetmek için müsait vaktinde mushafı açıp okumak ayrı konudur. Burada kişi meal de okuyabilir, kimse buna "Haramdır, günah işledin!" diyemez. Neticede Allah senin bu kitabını anlamanı istiyor, Arapça bilmiyorsan Türkçe tercümesine muhtaçsın. Buradaki asıl sıkıntı, mealin Kur'an olduğunu zannetmek. Onunla aynı sevaba müncer olacağını sanmak, aynı hükümde değerlendirmek. Meal böyle bir konuma konmadığı sürece okunabilir.
Lakin salt meal okumak tavsiye edilir mi? Hayır. Pek fayda da vermez zaten okusan, kafan karışır. Zira okurken Kur'an kadar bağlam bilgisi gerektiren ikinci bir kitap daha yok dünyada. Arka planda ne olduğunu bilmezsen kafan karışır. Kur'an; roman tarzı, giriş/gelişme/sonuç olan, masa başına oturulup yazılan bir kitap değil. Birtakım olayların yaşanmasına karşı peyderpey ayetler inmiş 23 sene boyunca. Bunu şu yüzden belirtiyorum, Kur'an ayetleri bu peyderpey inişten ötürü oldukça kopuktur. Misal, X suresinin ilk üç ayeti Y konusundan bahsederken dördüncü ayete geçtiğinde bir anda Z konusuna atlar. Sonra üç beş ayet daha böyle devam eder, bir bakmışsın tekrar Y konusuna dönmüş ve onun hakkında bir şey söylüyor. Çünkü yaşanan olaylar üstüne icap ettiğinde iniyor ayetler.
Bir sure yalnızca bir konuyu ihtiva edecek, o konu hangi konuysa başka surede değinilmeyecek, ayetler arasında hiçbir kopukluk olmayacak gibi bir iddiası yok Kur'an'ın. Tam da bu sebepten ötürü tefsirlere ihtiyaç duyuluyor. Zira meal okuyup Kur'an'ı anlayamazsın. Tefsir şart. Seleften nakledilen rivayetlerle dini anlarız. Rivayet bizi ayet indiği zaman ne olup bittiği ile buluşturur. Nüzul döneminde ne olup bittiğine bakmadan yapılan her yorum zırvadır. Allah resulünün sözleri, muhataplarının konuştuğu dil, ayetlerin inme sebebi, Arap kültür tarihi ve ayetlerin bağlamıyla bizi o rivayetler buluşturur. O rivayetler nüzul ortamına köprüdür. Onları bilemezsen elinde kuru bir metin kalır. Herkes heva ve hevesine göre istediği ayeti büker, istediği anlamı çıkartır. Sünnet, bağlam ve sahabenin yaşamından bağımsız Kur'an anlaşılamaz.
Peki niye Arapça, niye başka bir dil değil? Çünkü vahyin ilk muhatabı Araplar. Allah resulü de Arap. Allah böyle takdir etmiş. Şayet Türklerden gelseydi son resul, son kitap Türkçe olacaktı. Bu durumun evrenselliğe bir zararı yok.