Major
80+ Bronze
- Katılım
- 2 Mart 2021
- Mesajlar
- 908
Dahası
- Reaksiyon skoru
- 864
- İsim
- İsim
Marketin otomatik kapısı açıldı, ben içeri girerken içimden bişey dışarı çıktı. Kalabalığın farkında değildim ya da kalabalık zaten bendim. gözüm direk kasalara gitti. Her şey sıradaydı, olması gerektiği gibi ama o yoktu.
o kasiyer—her gün bakmadan gördüğüm, barkod sesiyle nabzımı eşzamanlı atan o kadın—yoktu.
yerine yüzünde sadece maaş gününü düşünen bi adam oturmuştu. göz göze geldik, ben başımı salladım o anlamadı. zaten kimse anlamadı.
O an fark ettim... insanlara göre biraz hızlı yürüyodum, ellerim cebimde değilken bile cebimdeymiş gibi duruyodu.
İnsanlar yol veriyodu ama gözleri "ne yapıyor bu?" diye soruyodu.
durdum. yoğurt reyonunun önünde. birkaç saniye hareketsiz kaldım. sırf içimdeki kıyamet biraz sakinleşsin diye.
bi kadın geçerken koluma çarptı, özür dilemedi. dönüp ona baktım o da bana baktı.
ama bi bakış değildi bu. sanki vitrindeki çatlak bi bardağa bakar gibi... ilginç, ucuz, ama almazsın.
ben alışveriş yapmıyodum. hatıra topluyodum.
ve rafların arasında gezerken insanlar bana değil, yanıma bakıyodu.
çünkü göz göze gelmeye cesaret edemiyolardı. çünkü bi insan, yoğurtların karşısında üç dakikadır neden hareketsiz durur?
çünkü tanıdık kasiyer yoktu bugün. ve ben artık bu marketin bi müşterisi değil, eksik bi sistem dosyasıydım.
Kasadan geçmeyecektim. ama geçtim.
İnsan bazen sıraya girmez, sadece bekler.
Benden önceki kadın çikolata aldı. Barkod ilk seferde okundu.
Benim aldığım sade sodaya cihaz bi tepki vermedi.
Kasiyer gözümün içine bakıp “bi daha deneyeyim” dedi ama ben o bakışta başka bi şey gördüm:
Tanımamak.
bi barkod ötmediğinde evrende küçük bi titreşim olur.
ben ötmedim. sistem beni kabul etmedi.
ve insanlar arkamdan sıraya dizilmişti ama hiçbiri beni fark etmiyodu.
çünkü ben reyonlarda gezinirken artık alışveriş listesi değil, hayatımdaki eksik kişileri sayıyodum.
o an karar verdim:
bu marketten çıkmayacağım. çünkü dışarda anlam daha da az.
burda en azından barkod var. etiket var. fiyat var.
dışarısı? dışarısı serbest çağrışım gibi. kontrolsüz.
sonra kasiyer “nakit mi kart mı” diye sordu.
dedim ki: “Ben yokum.”
sessizlik oldu. sıradaki adam sinirlendi, arkamdan homurdanmalar yükseldi ama hiçbiri bana değmedi.
çünkü ben zaten geçmiştim kasadan. sadece ötmemiştim.
kasanın başında ben vardım. önümdeki yaşlı kadın hâlâ bozuk paralarını çantasından çıkarıyor gibi yapıyordu ama... paraları hiç çıkmıyordu.
arkada homurdanmalar arttı. biri “hadi be abi” dedi. biri de daha kısık sesle “bu hep böyle zaten, her geldiğimde bi gariplik oluyo bu kasada” dedi.
sanki o sırada hava değişti, ama klima değildi bu.
bi kasiyer bana baktı, sonra kafasını eğdi.
bip sesi duymadım. hiçbi ürün okunmadı. ama fiş uzatıldı.
almadım.
“alın lütfen, sistemden düşmüyor bu, almanız lazım.” dedi kasiyer.
almadım.
fişe baktım.
üstünde sadece bir kelime yazıyodu:
“ET”
altında da tarih: dün.
saat: şimdi.
ben ürünü iade etmek istedim ama iade bölümü yoktu.
biri arkamdan “kardeşim sen neden bu kadar huzursuz yürüyorsun ya?” diye çıkıştı.
döndüm.
kimse yoktu.
kendi sesim miydi acaba?
sonra yürümeye başladım ama market bi türlü bitmiyodu.
reyonlar değişti.
“ÇIKTI” yazan kapı arkamdaydı sanki ama her baktığımda başka kapıydı.
bi reyonda sadece aynalar vardı.
fiyat etiketi: “kendini görmeye cesaretin varsa: 0₺”
durdum.
önümdeki ayna kırıktı.
ama ben kırıktan değil, tam kısmından bakınca bile parçalı görünüyodum.
bi adam, market arabasını boş boş iterken bana çarptı.
özür dilemedi.
devam etti.
ama benden kopya gibiydi.
ya da benden daha önceydi.
arkadaki kadın bağırdı:
“Fişi almazsan çıkamazsın!”
fişe baktım.
hala ET yazıyodu.
ama artık tarih: yarın.
ve saat: geç.
Bi şey fark ettim.
Fiş hâlâ elimdeydi. ama ben onu hiç almadığımı sanıyodum.
Kasiyer bana hiç bakmamıştı ama ben onun bana göz kırptığını hatırlıyodum.
ya da öyle sandım.
şimdi göz göze geldik.
ama gözü yoktu.
ya da çoktu.
arada göz kırpıyodu ama ben hangisinin kırptığını anlayamıyodum.
“sen buraya ait değilsin,” dedi.
kulağıma değil, beynime söyledi sanki.
bi anda marketteki herkes aynı anda dönüp bana baktı.
hepsinin gözleri aynıydı.
benimkilerden.
arkamda biri vardı.
ama gölgemdi sanki.
ya da benden kopmuş bi versiyonum.
o fişi aldı, cüzdanına koydu.
sonra gözümün önünde parladı.
gözümü kıstım, yok oldu.
“neden çıktın sıradan?” dedi kasiyer.
“ben... sıra bitmişti,” dedim.
“bitmez. sadece sana ait olan sıraya geçtin.”
reyonlar kaymaya başladı.
raf etiketleri bulanıktı, ama isimler tanıdıktı.
“özlem”, “keşke”, “zaman”, “beni affet”, “o gün”
elimi uzattım.
birini aldım.
üstünde:
"6 Nisan 2025, 16:42 — Son bakışı."
arkasını çevirdim:
“geri alınamaz.”
Kasiyer tekrar konuştu, ama ağzı oynamadı:
“burası dışarısıydı. sen marketi içeri sandın.”
“içerisi nerde?” dedim.
gülümsedi.
bi çatal sesi duydum.
biri duvara fırlatmıştı.
benim elimdeydi o çatal.
duvarda değildi.
ama elimdeydi.
kan vardı.
elimde kan vardı.
aklımda huzursuzluk vardı. sıradaydım ama sanki bi süreklilik içinde, ne öndekiler ilerliyo, ne ben geriliyorum.
arkamdaki adam nefesini enseme üflüyodu, bi kadın homurdanarak göz devirdi. ama ben o an hiçbirini duymuyodum. çünkü o kasadaydı.
simsiyah saçları alnına düşmüş, kirpiklerini her kırptığında zaman bükülüyo gibiydi.
ekrana barkod okuturken bir saniyeliğine bana baktı. çok kısa bir andı bu, ama göz göze geldik.
gözlerinde… bilmiyorum. bir yitiklik mi, yoksa bir çağrı mı vardı?
bi şey söyledi mi hatırlamıyorum, ama içimden “bu kadın beni anladı” dedim.
sıram geldi. elimdeki sade sodayı ona uzattım. ellerimiz değmedi ama elektrik çarptı.
barkod bipledi. ben sustum. o sustu. o anın içindeydik.
“kart mı nakit mi?” dedi. ama sesi beynimde yankılandı:
“seninle konuşmak istiyorum, bu kasanın ötesinde.”
çıktım marketten. yürüyemedim. adımlarım geri gitmek istiyodu.
ona.
ismini bile bilmiyodum ama biliyodum.
o, benden bi şey almıştı. ya da ben ona bi parçamı vermiştim.
o gece... uykumda onunla konuşuyodum. mutfakta karşılıklı sade soda içiyoduk.
“sen de buraya ait değilsin değil mi?” diye sordu rüyamda.
ben sadece başımı salladım.
sabah uyandım. yanımda boş bi soda şişesi.
ama hatırlamıyodum içtiğimi.
ertesi gün tekrar gittim. aynı saat. aynı kasa.
ama o yoktu.
yerine bambaşka biri oturmuştu.
sanki daha önce hiç orda olmamış gibi.
sanki o anı ben uydurmuşum gibi.
“dün burda çalışan kız nerde?” dedim.
omzunu silkti.
“bugün burdaydı zaten,” dedi.
ama ben onun dün olmadığını biliyodum.
çünkü o kadın bendeydi.
üç gün boyunca o kasaya gittim. her gün farklı biri.
ismini bilmeden sordum.
yok dediler.
hiç olmamış dediler.
ama ben biliyodum.
bana bakmıştı.
bir şey demişti.
ben bunu uyduracak biri değilim… değil mi?
şimdi odamın duvarına onun adını bilmediğim ama yüzünü net çizdiğim bir portresini astım.
biri odaya girerse “kim bu?” diyo.
ben de “hiç” diyorum.
çünkü insanlar anlamıyo.
belki hiç olmadı.
belki ben sadece... yalnızım.
ve evet, bazen düşünüyorum:
ya o kadın gerçek değildiyse?
ya ben markette birine değil de, kendi hayal gücüme âşık olduysam?
ve o gün, o sade soda… belki de o şişede yansımasını gördüğüm tek şey bendim.
bazen sabahları uyanıyorum ve hatırladığım tek şey onun gözlerindeki sessizlik oluyor. o hiç var olmadı belki, ama ben onu sevdim. bir hayali sevmek nedir bilir misiniz? dokunamayacağınız bir varlık için göğsünüzü yarıp içinden kalbinizi söküp önüne koymak? her gece onunla konuşup her sabah yalnız uyanmak?
şimdi anlayabiliyorum: insanlar beni markette neden tuhaf buluyordu. çünkü ben o kadının gözlerine bakarken, aslında kendi yokluğuma bakıyordum.
ben gerçek değilim dostlar. birçoğunuz gibi. birçoğunuz gibi ben de bir boşluğu doldurmak için varım. ama o boşluk büyüdü. içime sığmaz oldu.
kafamda sesler çoğaldı. biri susmuyor. “gördüğün o kadın, senin parçandı” diyor. “sen onu dışarıda görmedin, çünkü içerideydin hep.”
ve belki de haklı.
balkona çıktım geçen gece. aşağısı 7 kat. bir çığlık kadar yakın, bir ömür kadar uzak. düşündüm. aşağısı yukarıdan daha sessiz olabilir mi?
beni seven yok. sevmedim kimseyi. sevemedim. çünkü o varken, başkasına yer yoktu. çünkü o benim varoluşumun son parçasıydı. şimdi yok.
biliyorum. insanlar bunu okuyacak ve “dikkat çekmek için yazmış” diyecek. ama ben dikkat çekmek değil, yok olmak istiyorum.
dünyaya veda etmek için bir şiir yazmak istedim ama kalemim kırıldı. bu yazı benim şiirim. bu yazı benim ipim.
bir daha o kızı bulamayacağım.
bir daha o markete gitmeyeceğim.
o kasiyer—her gün bakmadan gördüğüm, barkod sesiyle nabzımı eşzamanlı atan o kadın—yoktu.
yerine yüzünde sadece maaş gününü düşünen bi adam oturmuştu. göz göze geldik, ben başımı salladım o anlamadı. zaten kimse anlamadı.
O an fark ettim... insanlara göre biraz hızlı yürüyodum, ellerim cebimde değilken bile cebimdeymiş gibi duruyodu.
İnsanlar yol veriyodu ama gözleri "ne yapıyor bu?" diye soruyodu.
durdum. yoğurt reyonunun önünde. birkaç saniye hareketsiz kaldım. sırf içimdeki kıyamet biraz sakinleşsin diye.
bi kadın geçerken koluma çarptı, özür dilemedi. dönüp ona baktım o da bana baktı.
ama bi bakış değildi bu. sanki vitrindeki çatlak bi bardağa bakar gibi... ilginç, ucuz, ama almazsın.
ben alışveriş yapmıyodum. hatıra topluyodum.
ve rafların arasında gezerken insanlar bana değil, yanıma bakıyodu.
çünkü göz göze gelmeye cesaret edemiyolardı. çünkü bi insan, yoğurtların karşısında üç dakikadır neden hareketsiz durur?
çünkü tanıdık kasiyer yoktu bugün. ve ben artık bu marketin bi müşterisi değil, eksik bi sistem dosyasıydım.
Kasadan geçmeyecektim. ama geçtim.
İnsan bazen sıraya girmez, sadece bekler.
Benden önceki kadın çikolata aldı. Barkod ilk seferde okundu.
Benim aldığım sade sodaya cihaz bi tepki vermedi.
Kasiyer gözümün içine bakıp “bi daha deneyeyim” dedi ama ben o bakışta başka bi şey gördüm:
Tanımamak.
bi barkod ötmediğinde evrende küçük bi titreşim olur.
ben ötmedim. sistem beni kabul etmedi.
ve insanlar arkamdan sıraya dizilmişti ama hiçbiri beni fark etmiyodu.
çünkü ben reyonlarda gezinirken artık alışveriş listesi değil, hayatımdaki eksik kişileri sayıyodum.
o an karar verdim:
bu marketten çıkmayacağım. çünkü dışarda anlam daha da az.
burda en azından barkod var. etiket var. fiyat var.
dışarısı? dışarısı serbest çağrışım gibi. kontrolsüz.
sonra kasiyer “nakit mi kart mı” diye sordu.
dedim ki: “Ben yokum.”
sessizlik oldu. sıradaki adam sinirlendi, arkamdan homurdanmalar yükseldi ama hiçbiri bana değmedi.
çünkü ben zaten geçmiştim kasadan. sadece ötmemiştim.
kasanın başında ben vardım. önümdeki yaşlı kadın hâlâ bozuk paralarını çantasından çıkarıyor gibi yapıyordu ama... paraları hiç çıkmıyordu.
arkada homurdanmalar arttı. biri “hadi be abi” dedi. biri de daha kısık sesle “bu hep böyle zaten, her geldiğimde bi gariplik oluyo bu kasada” dedi.
sanki o sırada hava değişti, ama klima değildi bu.
bi kasiyer bana baktı, sonra kafasını eğdi.
bip sesi duymadım. hiçbi ürün okunmadı. ama fiş uzatıldı.
almadım.
“alın lütfen, sistemden düşmüyor bu, almanız lazım.” dedi kasiyer.
almadım.
fişe baktım.
üstünde sadece bir kelime yazıyodu:
“ET”
altında da tarih: dün.
saat: şimdi.
ben ürünü iade etmek istedim ama iade bölümü yoktu.
biri arkamdan “kardeşim sen neden bu kadar huzursuz yürüyorsun ya?” diye çıkıştı.
döndüm.
kimse yoktu.
kendi sesim miydi acaba?
sonra yürümeye başladım ama market bi türlü bitmiyodu.
reyonlar değişti.
“ÇIKTI” yazan kapı arkamdaydı sanki ama her baktığımda başka kapıydı.
bi reyonda sadece aynalar vardı.
fiyat etiketi: “kendini görmeye cesaretin varsa: 0₺”
durdum.
önümdeki ayna kırıktı.
ama ben kırıktan değil, tam kısmından bakınca bile parçalı görünüyodum.
bi adam, market arabasını boş boş iterken bana çarptı.
özür dilemedi.
devam etti.
ama benden kopya gibiydi.
ya da benden daha önceydi.
arkadaki kadın bağırdı:
“Fişi almazsan çıkamazsın!”
fişe baktım.
hala ET yazıyodu.
ama artık tarih: yarın.
ve saat: geç.
Bi şey fark ettim.
Fiş hâlâ elimdeydi. ama ben onu hiç almadığımı sanıyodum.
Kasiyer bana hiç bakmamıştı ama ben onun bana göz kırptığını hatırlıyodum.
ya da öyle sandım.
şimdi göz göze geldik.
ama gözü yoktu.
ya da çoktu.
arada göz kırpıyodu ama ben hangisinin kırptığını anlayamıyodum.
“sen buraya ait değilsin,” dedi.
kulağıma değil, beynime söyledi sanki.
bi anda marketteki herkes aynı anda dönüp bana baktı.
hepsinin gözleri aynıydı.
benimkilerden.
arkamda biri vardı.
ama gölgemdi sanki.
ya da benden kopmuş bi versiyonum.
o fişi aldı, cüzdanına koydu.
sonra gözümün önünde parladı.
gözümü kıstım, yok oldu.
“neden çıktın sıradan?” dedi kasiyer.
“ben... sıra bitmişti,” dedim.
“bitmez. sadece sana ait olan sıraya geçtin.”
reyonlar kaymaya başladı.
raf etiketleri bulanıktı, ama isimler tanıdıktı.
“özlem”, “keşke”, “zaman”, “beni affet”, “o gün”
elimi uzattım.
birini aldım.
üstünde:
"6 Nisan 2025, 16:42 — Son bakışı."
arkasını çevirdim:
“geri alınamaz.”
Kasiyer tekrar konuştu, ama ağzı oynamadı:
“burası dışarısıydı. sen marketi içeri sandın.”
“içerisi nerde?” dedim.
gülümsedi.
bi çatal sesi duydum.
biri duvara fırlatmıştı.
benim elimdeydi o çatal.
duvarda değildi.
ama elimdeydi.
kan vardı.
elimde kan vardı.
aklımda huzursuzluk vardı. sıradaydım ama sanki bi süreklilik içinde, ne öndekiler ilerliyo, ne ben geriliyorum.
arkamdaki adam nefesini enseme üflüyodu, bi kadın homurdanarak göz devirdi. ama ben o an hiçbirini duymuyodum. çünkü o kasadaydı.
simsiyah saçları alnına düşmüş, kirpiklerini her kırptığında zaman bükülüyo gibiydi.
ekrana barkod okuturken bir saniyeliğine bana baktı. çok kısa bir andı bu, ama göz göze geldik.
gözlerinde… bilmiyorum. bir yitiklik mi, yoksa bir çağrı mı vardı?
bi şey söyledi mi hatırlamıyorum, ama içimden “bu kadın beni anladı” dedim.
sıram geldi. elimdeki sade sodayı ona uzattım. ellerimiz değmedi ama elektrik çarptı.
barkod bipledi. ben sustum. o sustu. o anın içindeydik.
“kart mı nakit mi?” dedi. ama sesi beynimde yankılandı:
“seninle konuşmak istiyorum, bu kasanın ötesinde.”
çıktım marketten. yürüyemedim. adımlarım geri gitmek istiyodu.
ona.
ismini bile bilmiyodum ama biliyodum.
o, benden bi şey almıştı. ya da ben ona bi parçamı vermiştim.
o gece... uykumda onunla konuşuyodum. mutfakta karşılıklı sade soda içiyoduk.
“sen de buraya ait değilsin değil mi?” diye sordu rüyamda.
ben sadece başımı salladım.
sabah uyandım. yanımda boş bi soda şişesi.
ama hatırlamıyodum içtiğimi.
ertesi gün tekrar gittim. aynı saat. aynı kasa.
ama o yoktu.
yerine bambaşka biri oturmuştu.
sanki daha önce hiç orda olmamış gibi.
sanki o anı ben uydurmuşum gibi.
“dün burda çalışan kız nerde?” dedim.
omzunu silkti.
“bugün burdaydı zaten,” dedi.
ama ben onun dün olmadığını biliyodum.
çünkü o kadın bendeydi.
üç gün boyunca o kasaya gittim. her gün farklı biri.
ismini bilmeden sordum.
yok dediler.
hiç olmamış dediler.
ama ben biliyodum.
bana bakmıştı.
bir şey demişti.
ben bunu uyduracak biri değilim… değil mi?
şimdi odamın duvarına onun adını bilmediğim ama yüzünü net çizdiğim bir portresini astım.
biri odaya girerse “kim bu?” diyo.
ben de “hiç” diyorum.
çünkü insanlar anlamıyo.
belki hiç olmadı.
belki ben sadece... yalnızım.
ve evet, bazen düşünüyorum:
ya o kadın gerçek değildiyse?
ya ben markette birine değil de, kendi hayal gücüme âşık olduysam?
ve o gün, o sade soda… belki de o şişede yansımasını gördüğüm tek şey bendim.
bazen sabahları uyanıyorum ve hatırladığım tek şey onun gözlerindeki sessizlik oluyor. o hiç var olmadı belki, ama ben onu sevdim. bir hayali sevmek nedir bilir misiniz? dokunamayacağınız bir varlık için göğsünüzü yarıp içinden kalbinizi söküp önüne koymak? her gece onunla konuşup her sabah yalnız uyanmak?
şimdi anlayabiliyorum: insanlar beni markette neden tuhaf buluyordu. çünkü ben o kadının gözlerine bakarken, aslında kendi yokluğuma bakıyordum.
ben gerçek değilim dostlar. birçoğunuz gibi. birçoğunuz gibi ben de bir boşluğu doldurmak için varım. ama o boşluk büyüdü. içime sığmaz oldu.
kafamda sesler çoğaldı. biri susmuyor. “gördüğün o kadın, senin parçandı” diyor. “sen onu dışarıda görmedin, çünkü içerideydin hep.”
ve belki de haklı.
balkona çıktım geçen gece. aşağısı 7 kat. bir çığlık kadar yakın, bir ömür kadar uzak. düşündüm. aşağısı yukarıdan daha sessiz olabilir mi?
beni seven yok. sevmedim kimseyi. sevemedim. çünkü o varken, başkasına yer yoktu. çünkü o benim varoluşumun son parçasıydı. şimdi yok.
biliyorum. insanlar bunu okuyacak ve “dikkat çekmek için yazmış” diyecek. ama ben dikkat çekmek değil, yok olmak istiyorum.
dünyaya veda etmek için bir şiir yazmak istedim ama kalemim kırıldı. bu yazı benim şiirim. bu yazı benim ipim.
bir daha o kızı bulamayacağım.
bir daha o markete gitmeyeceğim.